Yıl 1996.
Başbakan Mesut Yılmaz, bölgedeki terör olaylarına rağmen 21 Mart Nevruz bayramını kutlamak üzere Iğdır’a gelmeye karar vermişti.
Yılmaz’ı izlemek üzere fotoğraf geçtiğimiz yaklaşık 8 kilo ağırlığındaki telefoto cihazını sırtlayıp Iğdır’a gittim.
Tören belediye meydanında yapılacaktı.
Programa başlamadan önce çok sayıdaki gazeteci meslektaşımla birlikte alandaki yerimizi aldık.
Alanın ortasına çok sayıda odun taşınmış ve devasa bir nevruz ateşi hazırlanmıştı.
Programa göre Başbakan Yılmaz tören sonunda ateşten atlayacaktı.
Günün fotoğrafı bu olunca ateşe yakın mevzi alıp beklemeye başladık, 100’e yakın gazeteci hazır bekliyorduk günün fotoğrafını çekebilmek için.
Alan hıncahınç doluydu, halkla alan arasına barikat kurulmuştu.
Planımıza göre, rahat rahat başbakanı devasa ateşten atlarken fotoğraflayabilecektik.
Mesut Yılmaz alana geldi, konuşmasını yaptı.
Sonunda beklediğimiz an gelmişti.
Nevruz ateşi yakıldı, Başbakan ateşe doğru hareketlenince alandaki halk barikatları aşarak bir anda ateşi kapattı,
100 gazeteciden hiçbiri Yılmaz’ın ateşten atlayan fotoğrafını çekememişti.
Günün fotoğrafını kaçırmıştık.
‘Efendim bir daha atlar mısınız?’ demeye hazırlanırken, korumalar apar topar Yılmaz’ı makam aracına bindirdi ve alandan uzaklaştırdılar.
Haklıydılar, alanda güvenlik zafiyeti oluşmuştu.
Peki biz ne yapacaktık?
Bütün gazetelerin merkezleri bu fotoğrafı bekliyordu.
Araçlara atladık ve başbakanı izlemeye devam ettik.
Amacımız uygun bir anda yeniden ateşten atlamasını rica etmekti.
Programın sonunda DSİ tesislerinde yemek vardı.
Basın müşavirini dışarı çağırdık ve durumu anlattık.
“Çocuklar, koskoca Başbakana nasıl diyeyim bir daha ateşten atla diye? Atladı işte. Çekseydiniz” dedi.
Israr ettik, ‘gazete merkezleri bu fotoğrafı bekliyor’ dedik.
“İsteğinizi sayın Başbakana iletirim ama karar onun, söz veremem. Hem ortada ateş bile yok, nasıl atlayacak?” deyince “Biz burada ateş yakar bekleriz, yeter ki evet desin” dedik.
On dakika sonra geldi ve tamam dedi.
Birazdan çıkış olacaktı.
Çevreye dağıldık ve bulduğumuz ağaç parçalarından bir nevruz ateşi hazırladık.
Alandaki gibi devasa bir ateş değildi tabii ki.
Haberde gördüğünüz gibi cılız ve gösterişten uzaktı.
Sonunda Başbakan kapıda göründü.
Gülümseyerek, “Bakın çocuklar uçağa yetişip acilen Ankara’ya dönmem lazım. Bir kere atlarım, yok olmadı, yok çekemedim anlamam. Hazır mısınız?” dedi.
Hazır ne demek?
Ateşle başbakanı kadraja yerleştirmiş, elimiz deklanşörde bekliyorduk.
“Hazırız efendim, siz yeter ki atlayın” dedik.
Topa şut atacakmışçasına gerildi ve koşarak ateşten atladı.
Asıldık deklanşörlere.
Bu kez tamamdı.
Bu anı ölümsüzleştirmiştik.
Teşekkür ettik.
Güldü ve gitti.
Zoraki atlayış sona ermiş, biz de muradımıza ermiştik.
Fotoğraflarımızı geçtik, günü kurtarmıştık.
Ertesi gün bütün gazeteciler gazetelerimizde yayımlanan fotoğraflarımıza baktıkça bıyık altından gülüyordu.
Tabii ki bende.
Sayın Mesut Yılmaz’ı saygıyla anıyorum...