Yağmurlu bir gün.
Gökyüzünden yere düşen kızıl şimşekler mahşeri bir gürültüyle yankılanıyor kulaklarda…
Sokaklar ıssız ve müptezel. Dışarıda kalanlar sığınacak liman arayışında kaçışıyor sağa sola.
Hava soğuk.
Arabayla sokaktan ana caddeye dönerken yaşlı bir dede el kaldırıyor köşe başında…
Orta boylu, ak sakallı, nur yüzlü bir dede. Durup yanında alıyorum arabaya.
Sırılsıklam olmuş yağmurdan. Titriyor ama belli etmemeye çalışıyor.
Ak sakalından damlalar düşüyor koltuğa. Mahcup oluyor.
"Kusura bakma evladım. Islattım arabanı. Helal et hakkını…"
- "Olur mu dedem. Canın sağ olsun… Helal olsun…"
Klimayı açtım. Isındık…
Bir süre sustu.
Sonra döndü bana dedi ki:
- "Ne tuhaf değil mi?"
- "Nedir dedem tuhaf olan?"
Tebessüm etti. Başındaki takkeyi düzeltip devam etti.
"Biz arabada çok rahatız ama şu anda motordaki durum çok farklı. Orada kıyamet kopuyor! Bujiler yakıtı ateşliyor, patlama odalarında yakıt patlıyor, dişliler tekerleklere güç iletiyor… Neler olmuyor ki…"
Şaşırdım. Hiç bu açıdan bakmamıştım.
Doğru! Birilerinin rahat edebilmesi için birilerinin mihnet (sıkıntı) içinde olması gerekiyor!
Tıpkı geçmişte ve günümüzde olduğu gibi.
- Birilerinin silah satabilmesi, para kazanabilmesi, sırçalı köşklerinde zevk-i sefa içinde yaşayabilmeleri için bir yerlerde savaşın-iç çatışmaların-ölümlerin olması gerekiyor!
Suriye’de, Tunus’ta, Mısır’da, Arap Baharı’nda olduğu gibi...
- Birilerini var olması, topraklarını genişletip yeni sömürge alanları açabilmek için bir yerlerde işgallerin-zulümlerin-soykırımların olması gerekiyor.
Filistin’de, Hocalı’da, Mali’de, Myanmar’da olduğu gibi…
Ve birilerinin cihanı titreten Osmanlı’dan alamadıkları öcü, torunlarından almak, Türkiye’yi güçsüzleştirmek-yavaşlatmak, bölüp parçalayarak bu bölgelerde kapitalist kukla devletler yaratabilmek için; terörün-bir ‘sorun’un olması gerekiyor…
PKK gibi, Kürt sorunu gibi…