Otuz üç tane en değerli mücevherden mamül tespih tanesi... Kimi ufak, kimi lafbaz, kimi haylaz, kimi laftan anlamaz, kimi ele avuca sığmaz, kimi barut fıçısı, kimi köyün uslusu!
Kimi büyümüş de küçülmüş, kimi çok bilmiş, kimi nazlı utangaç, kimi pimi çekilmiş bomba, kimi dut yemiş bülbül, kimi cırlak, kimi zırlak...
Fakat hepsi de anasının kuzusu, babasının kıymetlisi...
Hepsi gül dalından narin, hepsi yumurtadan yeni çıkmış civciv... Ne cıvıltıları biter, ne zırıltıları, ne sesleri biter, ne dertleri;
Örtmenim acıktım...
Örtmenim sıkıştım...
Örtmenim anamı özledim...
Yıllar, yıllar önce çalıştığım gazetede yine dikiş tutturamamış, okuduğum yüksekokuldan kaçarcasına vekil öğretmen olarak bir dağ köyüne sığınmıştım. Orada geçirdiğim altı ayda öğrendim bu ülkede öğretmen olmanın değerini.
Her çocuk bir mucizedir...
Bir köy ilkokulunun, birden beşe kadar birleştirilmiş tek sınıflı, tezek kokulu, sıraları arasında 'bir şeyler yapmalıyım' diye dolaşırken o otuz üç mucizeye, öğrenecek daha çok şeyi varken öğretmenlik yapmak; hayatın ilk basamaklarında, o otuz üç benzemeze yoldaş olmak ise mucizeler ötesi...
Basit diyen, küçük gören biri öğretmen olsun o sınıfa, balatayı sıyırmadan, beyni su kaynatmadan bir ders arası için kendini bahçeye atmayı başarsın, madalyası benden, söz!
Öğretmenlik; her yerde, her ülkede zordur.Türkiye'de ise akla ziyan bir meslek...
Bu ülkede zor yetişir öğretmen, zor iş bulur ve zordur hayatı...
Bir sınıfta en az otuz üç çocuğa sadece okuyup yazmayı değil; oturup kalkmayı, insan olmayı öğretecek, yetmeyecek yetenek avcısı olacak, arkeolog titizliği, madenci sabrıyla öğrencideki cevheri bulup çıkaracak... O'nun önünü açacak, cesaret, özgüven aşılayacak... Bazen en yakın arkadaş, bazen ana, bazen baba olacak ama asla rol çalmayacak!
Sinirleri çelikten, bakışları çiçekten olacak...
Terbiye edecek ama incitmeyecek, yola getirecek ama diktatör olmayacak...
Becerinin feriştahına, bilgi-birikiminin en derinine, süper zekâya, muhteşem formasyona, kusursuz diksiyona sahip olacak...
Heyecanlı, duygulu, yürekli, şefkatli, sevgi dolu olacak ve bunlardan da ötesi, en önemlisi de hep mesleğine sevdalı kalacak...
Başka; derdi varsa içine atacak, kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim diyecek, yüzünde hep güller açacak...
Başka; adı Milli Eğitim olan, şu sulanmış, laçka, yapboza dönen yalama olmuş sistemin bir parçası olmanın yükünü omuzlayacak...
Başka; idareyle, yasal kılıfa uydurulmuş ekstra vazifeleri yerine getirmekle, müfredattaki çatlakları sıvamakla cebelleşecek...
Bitti mi, hayır!
Bir de veli denen o arıza kitleyle boğuşacak, kaprisli bencil ana babaların gönlünü hoş tutacak, fahri psikologluk hizmeti sunacak...
"Senin anlattığın; 1990'ların Türkiye'si, bugün dünyanın göz bebeği olan Türkiye'deyiz. Yıl: 2023... Çok değişti ülkemiz... Gelişti... Anlattıkların nostaljik " diyebilirsiniz...
Evet... Haklısınız...
İşte yıl 2023... Anlattıklarımın aynısını yapmak zorunda olan öğretmenlerimiz, peki bugün ne alıyorlar, bu fedakârlığın karşılığında?
Köle şartlarında çalışmak, köle düzeyinde maaş almak, kendisi gibi 15-16 yıl okumuş ama 'kadro' belasına evinde oturan şanssız öğretmen adayından şanslı olduklarına şükür ederek, resmen üç kuruşa, boğaz tokluğuna evlatlarımızın beynine ışık, ilk adımlarına fener oluyorlar...
Yarısı ek iş yapıyor, bir öğrencisi görecek diye ödü koparak...
Yarıdan çoğu kirada... Yüzde 80'i borçlu, bankaya, eve, arabaya, eşe dosta...
Giyinemiyor, gezemiyor, tozamıyorlar... Çocuklarımıza insan gibi yaşamayı öğreten, öğretmen ne yazık ki bugün insan gibi yaşayamıyor...
Bugün Öğretmenler Günü; yine süslü laflar edecek büyükler, 'Türk öğretmeni şöyle müthiş, böyle emsalsiz' falan diye... Müthiş ve emsalsiz öğretmenini, devlet okullarını beğenmeyip çocuklarını özel kolejlerde, Amerika'da, İngiltere'de okutanlar övecek...
Öğretmene zaten 'gününü' göstermişler....
Şimdi de gününü kutluyorlar...
Vah öğretmenim canım benim!
..........
*Not 1: Bu yazıyı 17 yıl önce yazmıştım... Zaman değerlendirmelerini göz önüne alarak yeniden güncelledim... Değişen bir şey var mı?
*Not-2: (Fotoğraf ) Aziziye/Başovacık Köyü İlkokulu... 4'üncü sınıftayım... İlk baştaki; öğretmenim Sabri Çıtrık, eli cebinde sırtında caket (Adanalı) hemen yanı başında üstünde gocuğu ile ikincı sırada karlar üstünde dayanan da ben ...
*Not -3: Baş öğretmenim Atatürk'üm, (yaşasaydı keşke) ilk öğretmenim babam (yaşasaydı keşke) gözleri sevgi, ödevleri yük olan büyük öğretmen Hayrettin Civelek, (yaşasaydı keşke) ortaokuldan- liseye kadar her diplomamın altında imzası olan Fevzi Budak, Türkçem/sözüm Ahmet Turan Uzunoğlu, tarihim- direncim Müslüm Çağlar, disiplinim Fehmi Dilek, eşim, oğlumuzun anası, yaşam sevincim Merve Bozkurt ve hayata tutunmamı sağlayan yazarlığımın akademik tescili Prof. Dr. Pınar Aras başta olmak üzere bu siyah-beyaz yurdumun tüm öğretmenleri, ellerinizden öperim...
*Not -4: Yazıya bu sene bir not daha ekledim... Metehan ile Aslıhan'ın anası, ilk okula yazıldığı o gün; Kütür Kurumu Okulu önünde fotoğrafını çektiğim, atandığı ve evlendiği gün ise babası ile birlikte sevinçle ağladığım Betül Gökçe öğretmenim senin de günün ve geleceğin kutlu olsun....
Bir de Metin öğretmenin var. Sonunda beni buldun. Araştık, konuştuk. Sazım ile çalıp söylediğimiz#Arap atı gibi sallar başını# türküsünü yeniden söyledik seninle 30 yıl sonra yeniden. Ne mutlu bana, bize, senin gibi bir evlat yetiştirmişiz.
Her yıl aynı yazıyı okuyorum. Yüreğine sağlık..
Abi kalemine sağlık bu kadar mı güzel anlatilirdı Türkiye de milli eğitim ve ögretmenlik;Çok teşekkür ederim. Sevgilerimle!