“İstanbul mutlaka fethedilecek, onu fetheden komutan ne büyük komutan, onu fetheden asker ne büyük asker.” şeklinde dillere pelesenk edilen meşhur hadisin sahih olup olmadığı, değişik rivayetleri bu sahanın bilginlerince yeterince tartışılmıştır. Hatta İstanbul’un fethedilmesi kıyamet alameti sayılmıştır. Bu anlayışa göre İstanbul fethedildikten sonra kıyamet kopması gerekirdi. Ancak kıyamet kopmamıştır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi İsrafil Balcı’nın İstanbul’un Fethine İlişkin Hadis Rivayetlerine Farklı Bir Yaklaşım adlı çalışmasından aşağıdaki alıntıyı sizlerle paylaşmak istedim.
“İstanbul fethedildiği halde kıyametin kopmamasına izah getirilirken, aslında Türklerin barbar ve eşkıya oldukları, bu nedenle rivayetlerde zikredilen gerçek fethin henüz vuku bulmadığı, dolaysıyla bu iddiada herhangi bir çelişkinin olmadığına dair yorumları görmek mümkündür. İddianın sahibi 1890 yılında vefat eden Mısırlı âlim(!) Mahmud Neşşabe’ye göre asil fethin zamanı geldiğinde, gerçek Müslüman olan Araplar burayı eşkıya Türklerin elinden alacak ve böylece gerçek fetih vuku bulacaktır. Aynı söylem 1990’lı yıllarda Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi’nin Şeriat (Hukuk) Fakültesi’nde yapılan bir tezde de dile getirilmiş ve bu yorum yapılmıştır: “Türklerin eliyle gerçeklemiş olan İstanbul’un fethi silahla yapılmıştır. Hâlbuki hadislerde sulhla yapılacağından bahsedilmektedir. Hâlihazırda İstanbul kâfirlerin elinde bulunduğu için hiç yalan söylemeyen Peygamber Efendimizin dediği gibi, gerçek fetih daha sonra vuku bulacaktır.” Rivayetleri kurtarma adına dile getirilen bu hezeyanların yorumunu okuyucuya bırakıyorum. Bu tür gerçek dışı beyanların Hz. Peygamber’i itham etmekten başka hiçbir anlam ifade etmeyeceğini de belirtmek istiyorum.”
Bu alıntıdan anlıyoruz ki, Arapların Türklere karşı bilinçaltında oluşturdukları “milli kini” görmemizde yarar vardır.
Beş milyonu aşan resmi Arap sığınmacı, mülteci ve kaçkınıyla yurdumuzu ve ekmeğimizi yıllarca paylaşıyoruz.
İstanbul’un fethiyle milli övünmemiz sonucunda Arapları bizden ayrı saymamışız, onları aşağılamamışız dahası onlara karşı “milli kin” oluşturmamışız.
Ancak ne yazık ki, Türklere karşı “milli kin” oluşturan bu insanlara karşı hamasi duygularla Ensar ve Muhacir anlayışımızı bir daha gözden geçirmemiz gerektiğini düşüyorum.
Hangi Arap edebiyatında İstanbul fethini alkışlayan bir yazı, şiir ve hikâye vardır!