Sahi, gurbet ne ki?

“Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” demiş Kemalettin Kamu.

 

Sahi gurbet ne ki?

 

Türk Dil Kurumu gurbetin anlamını, “Doğup yaşanılmış olan yerden uzak yer, gurbetlik” diye tanımlamış.

 

Gurbet, Arapça bir kelime.

 

Gurbette yaşayan insana da garip demişler.

 

İnsan doğup yaşadığı yerde gurbeti ya da gurbetliği yaşıyorsa bunu nasıl tanımlayacağız?

 

Ya orada rastlantısal olarak doğmuşsa?

 

Zaten oranın insanı sizi kendinden saymaz, içselleştirmez, sosyolojik gerçekliktir, yeri geldiğinde, “bunlar aslen buralı değil, falan yerden ya da sonradan geldiler” der.

 

Boşuna oralı olmaya, ‘bilmem kaç senedir buradayım, artık buralı olduk’ demeyin yani.

 

Siz orada hep garipsiniz.

 

Yeri gelir, garipliğinizi yüzünüze vururlar.

 

Babanız nereliyse oralısınızdır diye bir yargıyı da unutmayalım.

 

Ya babanız siz doğmadan yıllar önce oradan göç etmişse ve siz başka bir diyarda doğmuşsanız?

 

O da başka bir serencam.

 

Gidin o memlekete, sizi kimse tanımaz, ‘buralıyım’ deseniz, ‘hiç benzemiyorsun buralılara ama neyse hadi öyle olsun ’dur yanıt.

 

‘Babamın mezarı burada, ziyarete geldim’ deseniz de bir anlam ifade etmez, oralıysan orada yaşamalısın, yaşamamışsan boş konuşuyorsundur.

 

Arkandan, ‘babanın mezarı buradaysa ne işin var başka ellerde, artiste bak, atmış babayı buraya defolup gitmiş’ demekten geri durmazlar.

 

Baba toprağın da seni kabul etmemiştir böylece.

 

Gençliğinin geçtiği yer ne kadar da seni baş tacı etse, yerlinin en kötüsüne tercih eder seni.

 

Yerlinin çomağını yırtınırcasına savunur da senin emeklerini ağzına almaz, alıyorsa ya mecburiyetten ya da menfaattendir.

 

Garipsinizdir o memlekette ama gariban değilsinizdir.

 

Gariban; kimsesiz, zavallı demek değil midir?

 

Kiminiz kimseniz vardır elbet, ama gurbette yaşama yaftası hep boynunuzdadır, orası sana gurbettir hep.

 

Bir Türk İran’a geziye gitmiş, acıkmış yoldan birini çevirip lokanta sormuş, adam lokantayı göstermeden önce sormuş, “Garipseeeen?”.

 

Adam, ‘Allah Allah, nasıl anladı acaba?’ deniş kendi kendine.

 

Lokantadan çıkmış, gezerken sıkışmış, ayak yolunu sorunca adamın yanıtı aynı olmuş, “Garipseeeen?”.

 

Adam bu ‘garipseeeen?’ ifadesinden ziyadesiyle rahatsız olmuş, zoruna da gitmemiş değil hani.

 

‘Bir daha bu ifadeyi söyletmeden, garip olduğumu belli etmeden gezeyim de görün’ demiş içinden.

 

Gördüğü ilk sinemaya dalmış, balkon denen üst bölümden almış biletini, kimseyle muhatap olmayayım diye.

 

Sinemanın alt katında 8-10 kişi varmış.

 

Film başlamadan önce üst kata üç beş kişi gelip oturmuş.

 

Film başladıktan yarım saat sonra bizimkinin oturduğu balkondaki bir izleyici balkonun uç tarafına gelmiş ve başlamış aşağı doğru işemeye.

 

İşini bitirip yerine oturmuş.

 

Alt kattan hiçbir tepki gelmemiş.

 

Bizimki şaşkın.

 

‘Birazdan hır çıkacak’ demiş ama hır da çıkmamış, tık da.

 

Ardından bir seyirci daha aynı şekilde ihtiyaç gidermiş ve filmi izlemeye devam etmiş.

 

Bizimki küçük dilini yutacak neredeyse.

 

Bu kez bizimki sıkışınca aynı yöntemle salmış aşağıya doğru.

 

Tam işini bitirmiş ki, aşağıdan bir ses, ‘garipseeeeen?’.

 

Adam sinirlenmiş, ‘yahu’ demiş ‘daha önce iki kişi işedi, onlar garip değil de ben nasıl garip oluyorum?’ deyince aşağıdaki devam etmiş, ‘E garipsen işte, onlar iki koltuğun arasına işedi, sen başıma’.

 

Gariplik böyle bir şey işte.

Ağzınla kuş tutsan boştur.

Boşunadır.

 

O kentin tarihine ışık olsan, sorunlarını sırtlasan, aşağılık kompleksleri paçalarından akan o insanları sırtında taşısan, yine de ‘asılları falan yerden gelme, buralı değil canııımm’ tavrı görürsün.

 

Kendi şehrine yabancı, içinde yaşadığı kente gariptir ama o senin garipliğini yüzüne vurmaktan büyük keyif alır.

 

Dedim ya, asla paçalarından dökülen komplekslerine bakmazlar.

Gariplik suçtur.

Doğduğun yerde garipsen, doyduğun yerde garipsen, delikanlılık çağını yaşadığın yerde garipsen konuşmaya hakkın yoktur.

 

‘Otur oturduğun yerde garipliğini bil’ derler adama.

 

Umurumda bile değil.

Ne kendime garibim ne de ülkeme.

Tanrı’nın bana bahşettiği aklımla, zekamla, irademle, izanımla bu ülkeye aitim.

 

Ozan Mahsuni Şerif’in aydınlık fikirlerinden rahatsız olan yarasalar üç kez evini yakarlar, gitsin memleketinden diye, dikilir karşılarına “ben buralıyam, hiçbir yere gitmiyorum, yine yakın yine gitmeyeceğim’   der.

 

Memleketleriniz sizin olsun, garipliğim bana.

Burası Türkiye, bu ülkede garip değilim şükür.

Sizin gibi yalan ninniler ile büyümedim ben, hamaset ve siyasetle de avutulmadım.

 

Özgün, ATAM’ın ifade ettiği gibi fikri ve irfanı hür nesillerden geliyorum, iradesini başkasına teslim etmeden yaşabilenlerdenim, yaşamaya da devam edeceğim.

Önemli olan da bu.

 

Ben Nâzım’ın memleketindenim;

 

Memleketim, memleketim, memleketim,

Ne kasketim kaldı senin ora işi

Ne yollarını taşımış ayakkabım,

Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,

Şile bezindendi.

Sen şimdi yalnız saçımın akında,

Enfarktında yüreğimin,

Alnımın çizgilerindesin memleketim,

Memleketim,

Memleketim…

 

Yani demem o ki, Türkiye’dir benim memleketim.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.