‘Ola hem poh gohiram hem de gaşınirem’

1986 yılı kışı, aylardan Kasım. Milliyet Gazetesi muhabiriyim, acarım da hani. Hangi gazeteci istemez ki birinci sayfada haber ve fotoğrafı yayınlanmasın. Ben de gazetemin birinci sayfasına girecek bir haber yapmalı ve sarsıcı bir fotoğrafla haberimi taçlandırmalıydım.

 

 

Kafa yorup duruyordum, ne yapmalıydım?

Fikir Cazim abimden geldi.

Ozanların ifadesiyle ‘ayak vermişti’.

Yaşlılardan dinlerdik, çook eskilerde donan insanları fermente olmuş gübreye gömerlermiş, yani fışkıya!

Yavaş yavaş donu açılsın, kalıcı hasar oluşmasın diye.

Çok da etkili olurmuş.

Analarımız bize kızıp sinirlendiğinde ‘fışkı yiyen, ya da “ağzı fışkılı’ derlerdi.

Fışkının ne olduğunu bilmezdik.

Büyüdükçe öğrendik mayalanmış hayvan dışkısı olduğunu.

Okkalı sözdü.

Bu eski kafa sağaltma yöntemini canlandırmaya karar verdik.

Durun, hemen, aaa asparagas demeyin, sadece canlandırma, yeni ifadesiyle animasyon.

Ancak ortada bir sorun vardı.

Fışkıya gömülecek insanı nasıl bulacaktık?

İmdadıma meslektaşım Sarıkamış Halkın Sesi Gazetesi sahibi rahmetli Hüseyin Yurdagül yetişti.

“Kolay” dedi.

‘Yahu kim kabul eder bunu?’ derken, çay içip kafa yorduğumuz kahvehaneden içeriye Nikılıs lakaplı Turan Altun girdi.

Hüseyin, “Bu iş tamam” diyerek Nikılıs’ı masamıza davet etti,

Haber planımızı anlatarak fışkıya girmesini istedik, hatıra boğuldu ve kabul etti.

“Ola oğlum, tamam sizin için fışkıya girim de ele üstümünen başımınan mi girececem? “deyince, “Olur mu Nikılıs, beş metre naylon alıp seni kundaklar gibi saracağız” dedik,

“O zaman tamam” dedi.

Peki fışkı dolu ahırı nereden bulacaktık?

Onu da Nikılıs halletti, “Benim komşumun ahırı var, fışkıdan bol ne var” deyince ayaklandık.

Beş metre naylon satın aldık ve Tepe mahallesine doğru yola çıktık.

Ahırda gerekli hazırlıklara başladık.

Nikılıs Turan’ı yere yaydığımız naylona sarıp sarmaladık.

Zavallı bebekliğine dönmüştü sanki, gerçekten de kundaklamıştık, bir tek ağzında emziği eksikti.

Gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk.

Operasyon, pardon animasyon başlıyordu.

E donmuş ve ölmek üzere olan birinin başında bir de dua eden hoca olmalıydı.

Hüseyin’in sakalı vardı zaten, bir takke takarak kostümü tamamladık.

Ahırın sahibi iki kişi de yancı olarak Hüseyin ile birlikte dua ediyordu.

Sahne tamamdı, Turan’ın bir tek kafası dışardaydı, nefesi kuvvetli hoca ekibi de başında huşu içinde duadaydı.

“Sakın bozmayın” dedim ve ardı ardına deklanşöre basmaya başladım.

Fotoğrafları çektik, Turan’ı gömüldüğü fışkıdan çıkardık.

Kahveye dönüp çayları söyledik, animasyonun (!) kritiğini yapıyorduk.

Gerçekten de görseli bol ve oldukça inandırıcı olmuştu.

Memnunduk.

Ancak Nikılıs Turan’da bir hal vardı.

Arada bir aniden sırtına elini atıyor, bit pire öldürür gibi şak diye boynuna ve sırtına şaplak atıyordu.

Turan bizden hamam parası istedi, ‘Ola hem poh gohiram hem de gaşınirem ben uşahlar, bende bir hal var’ diyordu.

Umursamadık.

Hemen çıkarıp verdik hamam parasını.

Çaylar içildi ve dağıldık.

Haber ve fotoğrafları gönderdim.

Birkaç gün sonra haber umduğumuz ve planladığınız gibi Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasından, hem de göbekten yayımlandı.

‘Donan hasta inek dışkısı ile iyileştirildi, tezek hayat kurtarıyor’ başlığı ile.

Hoş fışkı ile tezek aynı şey değildi ama olsun, başarmıştık.

O dönem Milliyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni rahmetli Doğan Heper idi.

Sonradan İstanbul’daki bir büro şefleri toplantısında öğrendim ki, Doğan Heper, “Bu haber tatlı bir asparagas, madem adamı boğazına kadar boka sokmayı başarmış, bir Anadolu geleneğimizi o kadar emek verip canlandırmış, kullanalım bu haberi” demiş.

Bir zamanlar genel yayın yönetmenleri usta gazeteciler olurdu: Milliyet Genel yayın Yönetmeni Doğan Heper

Çok mutluydum, Sarıkamış’ta herkes beni ve haberimi konuşuyordu.

Adeta yürüyüşüm değişmişti.

Kutlayanları mı sorarsınız, ‘Ola o poha gömmek için Turan’ı nasıl razı ettiniz?’ diye soranları mı?

Haberin yankısı ve geri dönüşleri de güzeldi.

Birkaç gün sonra Hüseyin ile kahveye giderken Nikılıs Turan rastladı.

‘Ola gelin buraya piçler, her yanımı böcük sardı, kurdeşen oldum, Allah sizin belazı vere’ diyerek bize doğru koşmaya başladı.

Şakası yoktu, dövecekti bizi.

Haklıydı da adamın tüm vücudunu böcek sarmıştı.

Araya hatırlı ağabeylerimiz girdi, Turan’ı yatıştırdık ve kahvehaneye çay içmeye götürdük, sohbet ederken arada sırada sırtına, boynuna ve bacaklarına şaplak attıkça sövüp duruyordu bize.

Turan’a yemek ikram ettik, bir hamam parası daha verdik, gönlünü aldık, özür diledik, kendimizi affettirmeliydik.

Nikılıs Turan da Hüseyin de Doğan Heper de göçtü gitti bu dünyadan.

Hepsini saygıyla anıyorum.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.