Bu yıl Nobel ekonomi ödülü Amerikalı akademisyenler William D. Nordhaus ve Paul M. Romer’e verildi. William D. Nordhaus “iklim değişikliğini”, Paul M. Romer ise “teknolojik yenilikleri” uzun vadeli makroekonomik analize entegre ettiği için Nobel ekonomi ödülünü aldılar.
Aslında iki ekonomist de çalışmalarında dışsallıkların ekonomiye etkilerini incelediler. Nordhaus iklim değişikliğini konu alırken Romer teknolojiyi mercek altına aldı. Böylece iklimin ve araştırma, geliştirme ve yeniliklerin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini açıklamaya çalıştılar.
Özellikle içsel büyüme modelinin öncülerinden biri olan Romer, doktora tezimi yazdığımda sıkça başvurduğum en önemli referans modellerden biri olmuştu.
Ekonomik büyüme için kullanılan Ar-Ge ve yenilik değişkeni, ülkelerin bu alana daha çok kaynak ayırması için önemli bir sebep olarak gösterilirken; ülkelerin üretim kapasitelerinin teknolojik gelişmeler eşliğinde yaşayacağı artışa da ayrıca dikkat çekmek gerekiyor.
Açıkçası teknolojik gelişmeler yenilikleri beraberinde getirirken bu yeniliklerin ortaya çıkmasında Ar-Ge faaliyetleri de son derece önemli bir role sahiptir. Ar-Ge çalışmalarının çıktıları neticesinde üretimde gerek yöntem gerekse ürünlerin niteliği konusunda yenilikler ortaya çıkacaktır.
Bu gelişmeleri yeni kılan, yani diğerlerinden ayıran nitelikleri, maliyet ve verimlilik gibi konularda sağladığı pozitif katkılardır. Dolayısıyla bu katkılar neticesinde teknolojik gelişmelerin üretimde pozitif yönlü etki yarattığı desteklenmiş olur.
İşte Nobel ekonomi ödülünü alan Romer de İngiltere’de kişi başı milli gelirin 19. yüzyıldan itibaren gösterdiği yüksek performanstan etkilenerek gelişmiş ülkelerin gösterdiği yüksek büyümenin sebeplerini incelemiş ve çalışmalarında bu yüksek ekonomik büyümeye cevaplar aramıştır.
Büyümenin nimetlerinden faydalanarak, ülke ekonomilerinde Ar-Ge harcamalarının arttırılması teknolojik gelişmelere ve dolayısıyla katma değerli üretime olanak sağlaması Romer’in bulduğu en kapsamlı cevap olarak karşımıza çıkmaktadır.
AR-GE VE YENİLİKLERİN ÖNEMİ
Açıkçası Ar-Ge ve yenilik alanında verilen bu ödülün hem gelişmiş ülkeler hem de gelişmekte olan ülkeler için ne kadar önemli olduğunu hatta günümüzde daha da değerli hale geldiğini göstermektedir.
Gelişmiş ülkelerin sahip oldukları refahı yani kişi başı geliri sürdürebilmek için yeniliklere ihtiyaç var. Bu yenilikler hem üretilen ürünlerin katma değerini yükseltiyor hem de ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğine katkı yapıyor. Gelişmiş ülkelerin yaşadığı birçok küresel krizden daha kolay ve şok maliyetler ödemeden çıkmalarının sebebi de bu değil mi?
Ar-Ge’ye aktarılan kaynakların GSYH içindeki paylarında da en büyük oranlara sahip olanlar bu ülkeler değil mi? 2016 verilerine göre ABD’nin yaptığı Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı yüzde 2.7, Japonya’da bu oran yüzde 3.1, Almanya’da yüzde 2.9, Güney Kore’de ise yüzde 4.22’tir.
Bu oranlar yüksek GSYH nedeniyle de miktar olarak da birçok ülkenin GSYH’den daha fazladır. Mesela ABD’nin Ar-Ge harcaması 550 milyar doların üzerindedir. Ar-Ge için ayrılan bu yüksek bütçeler ülke ekonomisine katma değerli ve rekabet gücü yüksek ürünlerin üretimi ve dolayısıyla artan ihracat olarak karşımıza çıkmaktadır.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE AR-GE’NİN ÖNEMİ
Gelişmekte olan ülkeler hem daha yüksek büyüme rakamlarına erişmek hem de ekonomik büyümeyi sürdürülebilir hale getirmek için son yıllarda, her ne kadar yeterli olmasa da, Ar-Ge alanına kaynak ayırmaya başladılar.
2016 verilerine göre Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı yüzde 1, Hindistan’ın yüzde 0.85 ve Çin’in ise yüzde 2.1 düzeyinde.
Gelişmekte olan ülkelerin çoğunun orta gelir grubunda yer aldığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu ülkelerin orta gelir tuzağından patinaj yapmamaları için Ar-Ge harcamalarının ne kadar öneme sahip olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Zaten bugün ekonomi alanında yaşadığımız sorunların temelinde de düşük düşük katma değerli üretim ve cari açık sebebiyle oluşan finansman meselesi yatmıyor mu?