Kız çocuğu

Semt Bizim Ev Kira

Yüzlerce kilometre kat ederek Uzun Saçlının Yeri’ne, gurubu seyretmeye gitmişliği vardır. Ertesi gün, daha çok kilometre kat ederek eşini de götürmüştür. Çay içmek ve gurubu seyretmek. İki düşkünlüğünün de bana pek fazla sirayet ettiğini söyleyemem. Bana sirayet eden kısmı, soundtrack. Ama şöyle: Hususen Ramazanda, arabada yalnız, guruba doğru. Bazen "İyi, Kötü, Çirkin"in, çoğu zaman "Bir Zamanlar Amerika'da"nın soundtrackı.
Ondan büyük müyüm, küçük müyüm; bilmiyorum. Bütün hayatını bildiğimi de söyleyemem. Hoş, kendisi de bilmez ya... İlk hatıralarım, 'hodağ'lık ettiği günlere dairdir. Hodağ'ı nasıl anlatacağım bilmeyenlere? Harman, gem... Boş verin. Zirai vasıtalar Ilıca'ya ulaşmadan evvel, çiftçiye yardım eden çocuk. Hodağlığı bilâbedeldir ve hodağlık ettiği kişinin bu işi yapabilecek dört oğlu vardır. İlave: Kendisi, ailesinin biricik oğludur.


'Hocaya' başladığımızda sadece o kaçmadı. Hiç kaçmadı ve 'ğefle' oldu. Bizden çok kaçsa da olurdu, ama kaçmadan oldu. İftara yakın saatlerde biz, elindeki çakaralmazla iftar topu niyetine bir fişek atacak Hüsam Emi'ye: "Hüsam Emi, Hüsam Emi dum dum dum" diye tezahürat yaparken o, caminin önünde abdest almaktadır. Küçük caminin, hiçbir zaman bir safı dolduramayan, iftarı namazdan sonra edecek akşam namazı cemaatinin en küçüğü.


Ortaokul yıllarımızda bizim sevdiğimiz kızlara mektupları o yazdı. Okulun iftihar listesindeyken tart alması da o mektuplar yüzündendir. Yazdıklarından ne biz bir şey anlıyorduk, ne de mektupların yazıldığı kızlar. Bu kadarcığının idaresi kolaydı da sıra teklife geldiğinde işler hepten sarpa sarıyordu. Ezberletmek istediklerini hiçbirimiz ezberleyemedik ve hepimiz çuvalladık. Eğer tanrılar kralı Zeus, Finike kralının kızı Europa'ya âşık olmasaymış, bugün atlaslarda Avrupa diye bir kıta bulunmayacakmış. Zeus'un da, senin de, Şemsi Belli'nin de... diyemiyorduk işte. Ne bileyim, dememize mâni bir şey vardı hep.
Oraları kendisine hanlar, apartmanlar kurmak için istemediğini, Atsız mahkemede, bundaki celadetle söyleyebilmiş midir, emin değilim. Neredeyse yarım asır önce, Ilıca'da Turancı bir orta mektep talebesi. Şimdiki aklım olsaydı da, yine "icat çıkarma" demezdim. Adamın zaten kendisi icat. En iyi bildiğini yapıp bizimle okşin oynayacağına Turan'ı anlatıyor. Kimse Turancı murancı olmadı da hepimiz olmuş gözüktük. Başında o vardı ve sonunda da bir tek o kaldı desem, hüzne mi girer? İlave: Son cümlem, rahmete kavuşanları istisna etmek kaydıyladır.
Panait İstrati'den, İbrail'den, Kodin'den filan Turancılık çıkar mı abi? Çıkarıyordu. Hem de Dündar Taşer'i dâhil ederek. Henüz hiçbirimizin Dündar Taşer'i duymadığını da söylemeyeyim artık.
Bizim başkanımızdı, eyvallah da; onun tabiriyle 'hareket'imizin kıyısından dâhi geçmemiş ve geçmeyecek olanların da başkanıydı. Ancak şimdi, başkanlığının hodağlığından, ğefleliğinden ve arkadaşlığından geldiğini fehmedebiliyorum.
Attila İlhan'ın yegâne dediği romanının "Sokaktaki Adam" olduğuna, tartışsalar Attila İlhan'ı da inandırabilirdi. 'Kamarot Hasan'ın romana girmemiş duygularını da biliyordu. Nasıl biliyordu, bilmem.


Salağanalık günlerinde daha mı icat hâline gelmişti sanki? Nehrin iki maverasından buralara Müslüm Gürses dinleyip Fenerbahçe'yi tutmak için geldiğimize inanıyordu. İnansın, boşver diyebilirsiniz de ben diyemem. Akla gelmeyecek tesbitler yapıp hiç düşünmeyeceğim bağlantılar kurarak beni de inandırıyordu. Medine Müdafii Fahrettin Paşa'nın Fenerbehçeliliğine inandıramadı. Üstelik neredeyse kırk seneyi bulan gayretine rağmen. Oh olsun.


Artık yaşlı bir adamdır ve ben de öyleyim. Lakin o çok daha yaşlı. Ruhen ve bedenen diye bir klişe vardı, değil mi?
Evinden otobüs durağına uzun kıvrımları olan bir yokuştan inerek ulaşır. Kendisinin önce sağ, sonra sol tarafına düşen, tedbir maksatlı konulmuş beton bariyerleri olan bir yokuş. Beton bariyerler, mahallenin çocukları için, sınıf tahtasına yazamadıklarını yazma yeridir: Semt bizim, ev kira. Yazıyı ilk gördüğümde, ahir ömründe bunu da mı yaptı diye telaşlandım ve telaşım boşunaymış, çok şükür o kadarını yapmamış. 'Tez' burada doğru kelime midir bilmiyorum; fakat onu kullanacağım. En eski tezlerinden biriydi: "Semtlerin adıyla anıldığı delikanlılar, umumiyetle o semtte kiracı çocuğudurlar. Semtin yerine kasabayı ve şehri yazabilirsiniz. Ben ülkeyi de yazıyorum. Malazgirt'ten beri semt bizimdir, ev kira."


türk

Türkçülüğü, Turancılığının bir cüzüydü, lakin Türk'ü herkesin bildiğinden başka türlü tanıyordu. "Türküm dedim de ben kendimi sandımdı Hüda" mısraını ilk okuduğunda ürpermişti. "Irkların üstünde Türk ırkı" ifadesini hiçbir zaman benimsemedi. Atsız'ı 'Bozkurtlar'da, 'Ruh Adam'da, bazı şiirlerinde ve Altan Deliorman'da bırakarak sevdi. Tarihî düşmanlar hususunda anlaşamadı ve müstakbel düşmanlara dair söylediklerine asla iştirak etmedi.


Onun destanlık Türkleri, buralarda pek fazla itibar görmeyenlerdir. Başlangıçtan Cengiz'e ve hususen Timur'a kadar. İsmail'i daha sonra ve epey tereddütle dâhil etti. Zannınca, Türk burada garipti. Garibin, garbe düşmüş olan manasına geldiğini ondan duymuştuk.


Bunu yazmaya niyetim yoktu, fakat... Hepimiz Baybars'a muhabbet duyarken o, Ayn-Callut'un mağlup komutanı ve üstelik Hıristiyan Kitbuka, yahut onun söyleyişiyle Ketboğa'nın tarafındaydı. Allah'ı var, Baybars'a ve Kutuz'a toz kondurmadan ve bizi üzmeden.


Ondan dinlemiştim. Reşidüddin tarihinde şöyle geçer: ''Kitbuka Noyan büyük bir gayretle ve cesurca, sağa sola koşuşturarak korkunç darbeler indiriyordu. Ona, umutsuzca, geri çekilmeyi önerdik; bu öneriyi reddetti: Mutlaka burada ölmek gerekiyor, zira alçakça ve utanç içinde kaçmaktansa, onurlu bir şekilde ölmek yeğdir.'' Son cümle Babür'de şöyle geçer: Yamane att bile tirilkandin, yahşi att bile ölkene yakşînak. Yani, kötü bir sonla yaşamaktansa iyi bir sonla ölmek yeğdir.


Bu yazıyı kendisi yazsaydı mutlaka Karşi'den başlardı. Semerkant'ın ve Buhara'nın gölgesinde kalan şehrinden. Cetleri Karşi'yi sırtlarında ve kucaklarında taşıyarak Fırtına Deresi'nin kıyısına kadar getirdiler. İzmir'i, yani Smirna'yı aynı şekilde Yunanistan'a götüren mübadillere ve rembetikoya sevgisi ihtimal bu yüzdendir.


Otuz sekiz koca yıl önce Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı tarafından, adamı olmakla itham edildiği Nevzat Kösoğlu'nu hâlâ yazmamış olmasına hep şaşırırım. O zamanlar Genel Merkez canibinden taş atanların, ölümünden sonra onu tahrif etmelerine rağmen yazmamıştır. Sebeplerin birincisi, galiba Osmanlı'da kaldığı için Türk'te anlaşamadığı Nevzat ağabeyisine derin hürmetidir.


Kendi Türk'ünü diğerlerinden ilk harfi küçülterek ayırdı. Türkün küçük 't' ile yazılanı. Garipliğin, hayânın, tedirginliğin mecmuu. Türkçe konuşan, hatta bazen Türkçe de konuşmayan.


Temiz Alın

Yaşlı adam uzun kıvrımları olan yoldan, beton bariyerlerin yanından ve kaldırımdan yürüyerek otobüs durağına ulaşmıştır.
Şimdi kız çocuğu mu demeliyim? Gâvurun işi kolay, 'teenage' deyip kurtuluyorlar. Onlu yaşlarda. Şöyle söyleyeyim: Kız çocuğu için biraz büyük, genç kız için biraz küçük. Yaşlı adamın ve benim yaşlarımızı dikkate alarak kız çocuğu diye bahsetmeme müsaade ediniz.


Durakta dört kişidirler. Yaşlı adam, kendilerinden emin ve gaileden mahrum iki orta yaşlı hanımefendi ve kız çocuğu. Aslında tedirgin kız çocuğu demeliydim. Yaşlı adam yazsaydı, henüz tedirginliğini gizleme tecrübesinden mahrum kız çocuğu derdi.


Tedirginlik, insanın bütün azalarının aynı anda acemileşmesidir desem, yaşlı adamı kızdırır mıyım? Ne yapayım, ben tedirginliği öyle tesbit ettim. Elleri, daha önceki yerlerini unutmuş hâlde kendilerine yer aramaktadır. Ayakları, daha önce hiç yürümemiş gibi. Acelesi olup olmadığını kestirmek kolay da niçin acele ettiğini anlamak zor.


Koyu renkli ve ucuz

Yaşlı adam, muhtemelen nereden ve nasıl alındıklarını da kestirmiştir.

Edebin, hep bir hâl olduğunu söyler. Zannederim, sufilerin hâl tarifini tedai ettirmek maksadıyladır. Kız çocuğunun edebi, benim bile ilk nazarda görebileceğim kadar barizdir.


Saçlara dair ilk bilgilerimiz aynı zamanda ve ortaktır. Berberimiz bile aynıydı. Hatta saç uzatma hevesimizin yılları da. Sonra, yine birlikte, annelerimizin süpürge edilen saçlarını, sevgilinin saçlarını, ağaran saçları filan öğrendik.


O, daha fazlasını öğrendi ve yolunu açan, şimdi artık iktidar mahallesinde muktedirlere perestiş dilinin ustası şair arkadaşıdır. Onun en sevdiği mısraıyla açıldı yolu: Mahpushane görmüş saçların kısa.


Haydi, ben de onun öğrendikleri üzerinden deneyeyim. Kız çocuğunun kuaför görmemiş saçları topuzdur. Hiçbir anne, kızının saçlarını kuafördeki gibi hizalayarak kesemez ve bu tesbit, kuaför anneler için de doğrudur. Topuz, annelerin beceriksizliğini gizlemeye yarar.


Unutun bunları, boşuna yazdım. Boşuna ifadesi pek doğru olmadı galiba, asıl yazmak istediğimi yazabilmek için cesaret toplamak üzere yazdım. Kendimi ve sizi oyalıyorum. 'Nasiyesi temiz' üzerine çok düşündüm, karşılamıyor. Ne kadar düşünürsem düşüneyim, daha güzel ifadesini bulamayacağıma göre, buyurun: Kız çocuğunun alnı temizdi.


Temiz bir alın, sadece görülür ve yazılamaz. Yaşlı adam için de bu böyledir. Belki onun şöyle bir ilavesi olabilirdi: O kız çocuğunun temiz alnı olmasaydı, 'vurulup tertemiz alnından uzanmış yatan' hiç kimse olmayacaktı.


Ahfadın Gözleri

Otobüs durağa gelmiştir. Yaşlı adam hürmet gösterir ve gaileden mahrum, kendilerinden emin orta yaşlı hanımefendiler önce binerler. Yaşlı adamın kız çocuğuna da hürmet gösterme gayreti, edepli bir hamleyle savuşturulur. Yaşlı adam otobüs kartını okutur ve...


Kız çocuğu, kendisi için de okutmasını istirham eder. Yani böyle değil, ben beceremiyorum. Kız çocuğunun beceremediği gibi. Yaşlı adam, kartını tekrar okutur. Kız çocuğu elindeki parayı, elindeki bütün parasını, elinde olan ve olmayan paraların hepsini uzatır. Amca; der, otuz beş kuruş noksan... Yaşlı adam, parayı kabul etmeden, "Tamam kızım" der de tam olarak diyemez. -Amca, lütfen- Tamam dedim ya kızım.


Birinci kapının olduğu aralıkta durmaz ve orayı kız çocuğuna bırakır. Şimdi yazarken ben öyle anlatıyorum, aslında kız çocuğundan uzağa gitmektedir. İkinci aralıkta durur ve bakışlarını otobüsün gidiş istikametine çevirir. Bir an, sadece bir an kız çocuğuyla göz göze gelirler.


Yaşlı adamın göz göze gelmeme yahut bulunduğu yerde göze batmama formülleri eskidir. Halvet der encümeni öğrenmesinden de eski. Sırasıyla, briç problemi çözmüş, Mona Rosa’yı tekrarlamış ve Yasin okumuştur. Hiç biri aklına gelmez.
Ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, ilk durakta tekrar göz göze gelirler. Yaşlı adama kusur atfedemeyiz, kız çocuğu gözlerini koyacak yer bulamamaktadır.


İkinci durağa yaklaştıklarında,, yaşlı adamın zihni açılmış gibidir.Babasının mutlaka ilk durakta ineceğini, Alman Kâzım'ın göz göze gelmemenin bir yolunu muhakkak bulacağını düşünür.
Luigi Pirandello'nun 'At Olmak Talihi' başlıklı hikâyesini hatırlamaya çalışarak otobüsten çıkar. Bedeniyle değil tabii.
Ağlamaklı olduğunda hep tebessüm ederdi yahut bize öyle gelirdi. Yine öyle yaptı ve artık başka şeyler düşünmektedir. Bu çocuk, dönüş yolunda ne yapacak? Yarın, öbürgün ve sonraki günlerde, aylarda, yıllarda ne yapacak?


Tedirginliklerinin bu topraklardaki tarihini Malazgirt'le başlatan yaşlı adama bakılırsa, artık yolun sonuna yaklaşılmıştır.
Merhum Durmuş Hocaoğlu'nun söylediklerini hatırlar: Bu topraklar bizim için ya yeni bir Ergenekon olacaktır yahut da yeni bir Endülüs.


Yeni bir Ergenekon'dan ümidini çoktan kesmişti ve yeni Endülüs'ün nasıl olacağına kafa yoruyordu. Buram buram Abdülvehhap tüten 'Ümmet Bilinci' dedikleri şey, bir cevaptır. Müşterisi hayli bol bir cevap. Dadaşlık, Gakkoşluk gibi mahalli mensubiyet vurguları birer cevaptırlar. Mahallerinde müşterisi bol cevaplar.


Etrafında dolandığını, asıl cevabın oralarda olamayacağını fehmediyordu. Anlamıştı ki asıl cevap, bütün cevapların yekûnudur. İlk defa, bir cevap daha bulmuş olmaktan korktu. Bu kız çocuğunun bu topraklarda dokuz asrı geçen garipliği, tedirginliği azalır ve hayâsı kaybolursa. Bu toprakların nasıl Endülüs olacağını bulmaktan vazgeçmediyse de eşiktedir.
Hep yaptığı gibi yapacak ve yine ümidin peşine düşecektir. Bu kız çocuğunun fıtratı Rab'dendir ve Rab mutlaka merhamet edecektir.


Teoloji dışında Türk'e bir çıkış bulamıyorum, dediğini hatırladı ve pişman olup olmadığına karar veremedi. Bu akşamdan başlayarak bu ay boyunca mutlaka tarihî tecrübeleri gözden geçirmeli ve Durmuş Hocaoğlu ile esaslı bir tartışmaya girişmeliydi.


Kız çocuğuna bakıp, her şeyden ümidini kestiğinde bile ondan ümidini kesemeyeceğini anladı. Yeniden başlayacak.
Ne çok yeniden başlamıştın yaşlı adam, diye fısıldamak geldi içimden.


İneceği durağa geldiklerinde, artık Alman Kâzım'ın nasıl savuşturacağını çözmüştü. Kız çocuğu da o durakta inecek. İnmekten vazgeçip Malazgirt'ten giren ecdada döndü: Fethettiğiniz topraklarda torunlarınızın gözlerini koyacak yerleri bile yok.


İlk gençliğinden kalma itiyatlarındandır. Herkesin 'efendim' dediklerine efendim demez ve hiç kimsenin efendim demediklerine efendim der. Şimdi de sanki varmış gibi, okuyucularına 'efendim' demeye başladı. Bari ben de öyle yapayım.


Bu bir türk hikâyesidir efendim. T mutlaka küçük harf ile

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.