Eski Yunan'da ''İkos'' son ekinin aidiyet ve izafet gösterdiğini bildiğinize göre,işimiz kolay... müzik, ''Muse'' ye ait ve ''Muse'' den gelen demek... peki, ''Muse'' kim...
Aslında kim değil; kimler... Greko-Romen mitolojilerinde Muse, ilham perisi tanrıçalara verilen ad... dokuz taneler... dokuz kız kardeş... her birisi bir sanatın ilhamını veriyor... lirik şiirden trajediye...
Müziğin ilhamını veren kız kardeşin adı: Euterpe... ismi,hoşnut etmek manası taşıyor ve flütün ilk örneği ''Aulos'' onun icadı...
Platon, Antik Yunan'ın lirik şairi ''Sappho'' yu 10. İlham Perisi diye niteliyor... o günden sonra kıymetli kadın şairlere iltifat bu nitelemeyle: 10. İlham Perisi... Platonik iltifatı gördünüz değil mi...
...
Milattan önceki 6. asra kadar böyle geliyoruz ve o asırda perilerin işine Pythagoras karışıyor... Pisagor...
Lise öğrenciliğimde bırakınız okula götürmeyi, kahveye emenet bırakacak defterim ve kıtabım olmadığı halde, ben bile öğrendiğime göre Pisagor teoremini hepiniz mutlaka benden iyi bilirsiniz... hani, dik açılı üçgende diğer iki kenarın kareleri toplamı hipotenüsün karesine eşitti ya... işte o...
Siz Pisagor Teoremini öğrenirken; ben de Arthur Koestler okuyordum... merak farkı... ''Sıfır ve Sonsuzluk'' aklıma gelmese sık sık, Koestler'in en muhteşem romanı ''Haçsız Haçlılar'' dır derdim... bulabilirseniz, mutlaka 1973 yılında,Varlık Yayınlarından çıkan nüshasını okuyun... çok farklı bir Pisagor göreceksiniz...
Küçücük bir ilaveye müsaade var mı... hipotenüs aşktır demeyi çok düşünmüş ve Pisagor'un sevgilisinin adı olduğunu öğrenince utanmıştım...
Pisagor, bizim hemşehrimiz... İyonyalı... Antik Çağ'da İyonya, bugünkü İzmir ve Aydın'ın sahil şeridine verilen ad... Matematiğin yahut sayıların babası olarak geçiyor da, bu mübarek adamın babası olmadığı hemen hemen hiç bir şey yok... korkmayın, sadece müziğe olan babalığını anlatacağım...
Pisagor, perilerin işine yani müziğe bir demirci dükkanında karışır... demirci ustasının demir döverken kullandığı aletlarin her birisi değişik sesler çıkarmaktadır... dükkanı kapattırır, aletleri tek tek kullandırır, sesleri inceler ve kayıtlar tutar... aslında notayı bulmuştur fakat henüz erkendir...
...
Nota dediğimiz yazılı işaret... ancak, müzikte o yazılı işaretin bir sesi temsil etmesi gerekiyor...
Önce neumalar var... neuma, nota ile aynı anlamda fakat neumalar sadece hatırlatmaya yarıyor ve ancak bestenin sahibi anlıyor...
Neumadan notaya geçiş daha doğrusu anlamlı geçiş 10. asırda ve Guido Arrezo isimli bir keşiş sayesinde... keşiş bir ilahinin ilk hecelerini alarak, Si'nin yerinde B olmak kaydıyla, yedi notanın ismini koyuyor... üç asır sonra Sante Lohannes, ismindeki s ve i harflerini bitiştirip B'yi Si yapıyor ve o günden beri notalarımız tamam...
Benzer ve birlikte cereyan eden bir hikâyesi de Porte'nin var... önce tek çizgiyle başlıyor... işaret çizginin üzerindeyse ses aynı, üstündeyse ses yükseliyor ve tabii çizginin altında olunca ses alçalıyor... beş paralel yatay çizgi ve eşit dört aralıktan ibaret günümüz portesi ancak 16. asırda...
Aslında niyetim uzatmak ve iki defa kuşattığımız Viyana önlerinden melül, mahzun dönüşümüzün müzikle alâkasını kurmaktı fakat ahalinin zaten iyi olmayan moralini daha da bozmaktan çekindim...
...
Bu hikâye, hemşehrimizle başlamış olsa da Batı'nındı... Doğu'da da muhtemelen benzer hikâyeler vardır. Fakat ve maalesef nakil mevcut değil, kaynak neredeyse yok... bir not ve bir hatıra müsaadenizle...
Arapçada musiki olan da Eski Yunan'ın müziği ve bizim katkımız (!) müzik diyenlerle musiki diyenler şeklinde saflaşmaktan ibaret...
Ilıca'nın eski adamları kızar ve bağırırlardı: Şaragan oğir itoğlit... elbette bilmiyorlardı ama şarakan, şarkının Ermenicesi... biliyorsunuz, hristiyan aleminde müziğin büyük hissesi kilisenin ve Ermeninin şarakanı da daha ziyade ilahi formunda,daha çok kilisede icra ediliyor... şunun için uzadı: O kuşakdan pek çok insanın şarkıya bakışı şarakan tedaisiyle maluldur...
Müzikte ''Gam'' nedir diye başlayıp Batı müziğinde majör, minör ayrımı üzerinde bir şeyler söyledikten sonra sanat müziği makamlarından bahsedecektim... uzatmaktan korktum... müsaade isteyerek uzatma hakkımı, sonunu havaya salmak üzere, halk müziğinde ve ayak üzerinde kullanacağım...
...
Ritim de Eski Yunan'dan ve başlangıçta sadece ''Akış,akım'' demek... burada iki ''Teslis'' i mukayese ve Arapçı, Arapçacı arkadaşları ikaz için birazcık duracağız... Arap-Deve-Aruz... Türk-At-Koşma... boşuna uğraşmayınız, hayatlarının akışı farklı ve günümüze de farklı akan hayatlardan geldiler...
Ritim müzikle anlam zenginliğine kavuşup, şu demek oluyor: Çeşitli aletlerle çıkarılan,düzenli ve akıcı seslerin oluşturduğu bütün... seslerin ahengi diyor ve unutmuyoruz... sahi, okulda müziği ruhun gıdası diye öğretmişlerdi, değil mi... ahh benim cahilliği bile masum cumhuriyetim...
Artık ayaktayız... şiirin yapısındaki ' tan başlarsam müziktekini anlamamız daha mı kolay olur...şiirde ayak, hece sayısı, kafiye ve konu ile bağlantılı... bir maniyi örnek gösterip devam edelim...
Minareden at beni
İn aşağı tut beni
Kollarının üstünde
Ninni çek uyut beni
İlk iki mısra ayak... son iki mısradaki niyetine ayak yapıyor (!)... ayak biraz saçma olmuş fakat idare edeceğiz; ayak yapma deyip gitmek yok öyle... heyecan daima saçmalatır... aşka dair olanına ben karışmayayım...
Şimdi o iki mısrayı müziğe taşıyın... yukarıdaki iki mısra gibi, bir ezgide başlama müziği... ayağın tarifine ulaştık fakat bu benim iştirak ettiğim tarif değil...
Benim iştirak ettiğim tarif için Ali Şir Nevai'ye gideceğiz... tabii Abuşka Lugati üzerinden... Abuşka Lugati diye bir lugat yok aslında... Ali Şir Nevai'nin eserlerinde geçen kelimeleri açıklamak maksadıyla hazırlanmış bir lugat var... kimin hazırladığı meçhul ve kapağı kayıp...''Lugat-i Nevai'' de diyenler fakat çoğunluk lugatteki ilk kelimeden dolayı Abuşka Lugati diyor... bu arada, abuşka Çağatay Türkçesinde yaşlı kadın demek...
Ayalgu... kelime bu ve Nevai'nin eserlerinde türkü, hoş avaz anlamlarıyla geçiyor... Rusca adıyla Vasili Radlof ve bizim Mahmut Ragıp Kösemihal kelimeye, hatalı olarak, nota anlamı da eklemişler... İslam Ansiklopedisi'ne göre, türkü, güzel ses açıklamasına ''Makamın kalıp/karar sesleri'' ilave edilebilir... ve kanaatimce, bizdeki ayak Nevai'nin ayalgusu...
Bizde yani bizim halk müziğimizde ayak çok ve muhtemelen siz çoğunu benden iyi biliyorsunuz... ''Arzu hali ürüzgâra yazılmış'' bir adamın aşıkların ayak bahsine girmemesine de pek tabii müsaade edersiniz... ayakları havaya kaldırmanın zamanı...
...
Ayaklar ve her iki başlığın altına yazılacaklar pek fazla olsa da... sadece halk müziğinde değil ama haydi öyle diyelim... aslında Türkün iki havası var... kırık hava ve uzun hava...
Erbabı, kırık hava için ''Ritmik karakterleri ve ölçüleri belirgin olan ezgiler'' ; uzun hava için de ''Geleneksel söyleyiş kalıplarına göre icra edilen ve düzenli bir ritim özellikleri göstermeyen serbest tartımlı ezgiler'' diyor...
Sözümün bir kıymeti varsa, ben de diyorum ki... Türk durduğunda durgun ve havası uzun; durmadığında da kırık tabii...
Kendi söylediğime uzun ve kırık havalardan bir kaçını şahit getirirsem, siz de hak verirsiniz... uzun havalardan: Hoyrat, maya, müstezat, bozlak... kırık havalardan: Halay, horon, zeybek, semah...
Fırsatını bulmuşken, cedlerimin dört asra yakın yaşadığı Karadenize de bir selam göndereyim... benzerlerin tamamı kırık havalar arasında sayıldığı halde, Karadenizin yol havası uzun hava sayılıyor ve ben sebebini biliyorum...
Bir anne... yaylacı ve yayla yolunda... kaçmasın yahut yoldan düşmesinler diye sığırlara göz kulak olarak yürüyor... bir eliyle birlikte yürüdüğü çocuğunun elini tutmuş... bir çocuğu göğsüne bağlı, emziriyor... iki çocuğu da sırtında...
...
Bitti... şayet hak ettiğimi düşünüyorsanız, yoruma buyurun... "Hüsnü Arkan'dan" ''Kırık Hava'' yı birlikte dinleyerek..