İnsan neden faniliğine inanmaz!

Fani Arapça bir sözcük.  Ölümlü, gelip geçici, sonu gelen ve yok olan anlamınadır.

 

İhtiyar ve yaşlıya “Pir-i fani” deriz. Acun, Cihan ve Dünya için de fani sözünü kullanırız.

 

Karacaoğlan kendisi için ne güzel söylemiş:

 

Karacaoğlan dünya fani

 

 Veren Allah alır canı.

 

İnsanın ölümlü olması, kendini fani görmesi bir bilinç ve inanç meselesidir.

 

Ancak dünyayı, cihanı, acunu fani gören insan zaman zaman insanı fani görmek istememekte ve ölümsüz kabul etmektedir.

 

Firavunlar, krallar, bazı din, mezhep ve tarikat kurucuları, siyasi ideoloji sahipleri kendilerini fani görmek ve fani göstermek istememektedirler.

 

“İnsan ölümlü bir varlıktır”, “Biz de insanız”,  “O halde biz de ölümlüyüz” önermesini kurarız. Mantıken bu düşünceyi kabul ederiz.  Ancak konu tapındığımız insan putuna gelince onu bu anlayışımızdan uzak tutmaya kalkarız.

Bu tutumumuz nedendir?

 

Neden mi dersiniz?  Sizin cevabınızı bilmem şimdilik cevabım şu:

 

Aklı, mantığı, sağduyuyu ve gerçeği duygularımıza ve sapık inançlarımıza kurban ederiz.

 

İnsanın aklına, vicdanına, sağduyusuna, yeti ve yeteneklerine güvenmeyen topluluklar Yüce Allah’ı da öteleyerek, her türden insan putlarına tapınarak onları EBEDİLEŞTİRİRLER.

 

Bu ebedileştirme gerçekliği olmayan sanılı bir akıl yanılsamasıdır. Bile bile kendini aldatma işidir.

 

Putlarımızı kırmadığımız, putlarımızın yüzünü her gün yıkadığımız sürece bu zilletten, bu güvensizlikten kurtulamayız.

 

Hepimiz avaz avaz bağıralım:

 

Biz de insanız, siz de insansanız. Biz de ölümlü ve faniyiz, siz de ölümlü ve fanisiniz.

 

Yalnız BAKİ OLAN ALLAH’DIR.

 

Kısa ömrümüzde gördük ve yaşıyoruz: uygarlığımızın en kötü yanı; İNSANIN İNSANA TAPINMASINI ÖĞÜTLEMESİDİR.

 

Kurnaz ve gözü açıklar bunu fırsat bilerek:

 

Bak ben olmazsam haliniz nice olur?

 

Sizi kim yönetecek?

 

Ben gidersem kim gelecek?

 

Bu durumda bize çaresizliğimizi hissettirenlere değil, kendimize kızalım. Oysaki kendimizi ve ailemizi, kasabamızı ve ülkemizi yönetecek kadar aklımız, vicdanımız, sağduyumuz, yeti ve yeteneklerimiz var.

 

Bakın tarikatlara, cemaatlere, ideoloji sahiplerine ve siyasi partilere; baba gidiyor oğul geliyor. Postu ele geçiren ömrünün sonuna kadar postta kalıyor.

 

Her türden postu ölene dek kimseye kaptırmıyorlar. 

 

 Aklına, vicdanına, yeti ve yeteneklerine güvenmeyen daha açıkçası puta tapan insan toplulukları olunduğu sürece daha çok post ve put kavgalarına şahit olacağız.

 

POSTSUZ VE PUTSUZ bir ülkeye sahip olmak için basit bir çözüm önermek mümkün:

 

Öncelikle postsuz ve putsuz bir insan anlayışını zihniyet olarak kabul edelim.

 

Sonra da: Yönetim babadan oğula, oğuldan toruna geçmemelidir. Makamlar ve her türden mevkilerde en fazla 2 dönem ya da 5 yıl kalınmalıdır. Gelişmiş demokratik ülkelerdeki gibi yönetime gelindiğinde ve yönetimden gidildiğinde ailecek mal varlığı açıkça halkıyla nasıl paylaşılıyor ve araştırılıyorsa bizde de kanunlarla ve teamüllerle belirlenmelidir. Hediye alma ve hediye verme açık ve şeffaf olarak belli ölçüde kanunla ortaya koyulmalıdır. Eğitim kurumları, tarikat, cemaat ve dernek gibi kuruluşlar açıkça mal varlıklarını beyan etmelidir. Yöneticiler şahsi harcamalarını devlet hazinesinden, eğitim kurumundan, tarikat, parti bütçesinden yapılmamalıdır.

 

Kalın sağlıcakla...

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.