İdrak seviyemize göre inşa ederiz

Turgut Cansever’e ait olan başlıktaki bu söz üzerine şöyle biraz düşünün. (Düşünme arası…) Şimdi de, şuan her neredeyseniz karşınızda duran en yakın binaya bakın. Ne görüyorsunuz? İdrak seviyemizi görüyorsun sayın okur. 

 

Günübirlik siyasetimizi, politik konumlanışımızı, dünya görüşümüzü, partileri bir tarafa bırakalım. Daha geniş bakarsak, tarihsel olarak düşünürsek gördüğümüz şey medeniyetimizdir. İşte az önce baktığın bina bizim medeniyet seviyemiz. Gördüğün şey hoşuna gitti mi? Daha basit düşünelim hadi. Kapsamı biraz daraltalım. Erzurum’a daha önce hiç buraya gelmemiş bir misafirin geldi. Şehri gezdireceksin. Alıp nereye götürürsün? Ulu Cami. Lala Paşa. Başka? Evet Erzurum Kalesi. Yakutiye Medresesi. Çifte Minareli Medrese. Kümbetler. Palandöken dağı…. 

 

Allah’ın yarattıklarını bir kenara bırakıp diğerlerine bakarsak Yakutiye Medresesini 1300’lü yıllarda İlhanlılar yapmıştır. Hani şu barbar, yakıp yıkan, asıp kesen Moğollar. Kümbetleri, Çifte Minareli Medrese’yi ve Ulu Cami’yi 1200’lü yıllarda Selçuklular (Saltuklular) yaptırmış. Lala Paşa camisini Kanuni’nin komutanlarından olup Kıbrıs’ı fetheden Lala Mustafa Paşa 1560’larda yaptırmış. Eee peki bizim bina? 15-20 yıl önce yapılmış. Misafirini niye getirmedin bizim binayı görsün diye? Ayıp değil mi? Efendim? Evet ayıp. Çok ayıp ediyoruz..! Erzurum’da şöyle bakınca gurur duyacağımız, gelenlere gösterebileceğimiz yeni bir bina var mı? Medeniyetimizin ulaştığı noktayı gururla göstereceğimiz! Yok değil mi? İdrak seviyemizi tespit ettik işte. Hazin bir durum. Dediğim gibi, bunu günlük siyasetle düşünmemek gerek. Yüzyıllık, iki yüz yıllık bir modernleşme süreci neticesinde geldiğimiz nokta bu maalesef. Efendim? Bir okurumuz şunu düşünmüş “ama onlar tarihi eser, tabi ki onları gezecek/görecek turistler.” Hayır sevgili okur, kazın ayağı öyle değil. New York’a gidenler tarihe bakmıyor. Gökdelenlere bakıyor. Yani Amerikalıların idrak seviyesine, medeniyet seviyesine. Çağlarıyla olan ilişkilerine.  Bizim çağımızla olan ilişkimiz ney? Bizim çağımızla olan ilişkimiz tarihi eserlerimizden ibaret. Atalarımızla övünüyoruz. Peki atalarımız kalksa, şöyle bir Erzurum’da gezse, bizimle övünecekleri bir şey görebilecekler mi? Efendim? Örneğin Yenişehir’deki evlenme dairesi. Yeni yapılmış güzel bir bina, daha ne olsun değil mi? O binanın ya da yeni yapılmış kamu kurumlarının binalarındaki kodlara bakarsak, özellikle pencere ve kapı yapısıyla Selçuklu kodlarını görürüz. Yani? Yani eklektik, melez. Postmodern mimari. Bu çağda yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizlerin herhangi bir sözümüz, eserimiz kısacası mimari anlamda bir imzamız yok. Tanpınar, “atalarımız inşâ etmiyorlardı, ibâdet ediyorlardı; çünkü taşa bile sirâyet etmesini istedikleri sağlam bir ruhî değere sahiptiler” der. Süleymaniye’ye bakınca bunu görürsün. Çifte Minareli Medrese’ye girince bunu görürsün. Bu atalarımızın dünyayı anlama ve onu yorumlama seviyeleriyle, yani medeniyetleriyle ilgili. Oysa biz nato kafa nato mermer. Ne yazık ki böyle. Peki çözüm ne? Bu iş sabahtan akşama çözülebilecek basit bir mevzu değil. Önce insanı inşa etmeliyiz. Çocuklarımızı. Sonra inşa ettiğimiz o çocuklar medeniyetimizi taşa işleyecek. Biz melez zihinlere sahip (modernleşmenin bir sonucudur bu çünkü) bir nesiliz. Onun için inşa ettiğimiz mekanlarda kendi imzamız yok. Batının ya da atalarımızın inşa ettiği kodları alıp, eklektik şeyler üretiyoruz. Buna örneğin batılılılar “mimari travesti” diyor. Ne yazık ki durum bu.

 

 

Cumbalı evlerimiz yok oldu. Avlularımız. Sekilerimiz. Mahallelerimiz. Yoklar artık. Ve önümüz bayram. “Nerede o eski bayramlar” diye başlayan bir sürü cümle kuracağız bol bol yine. Şimdi, bunun bu yazıyla ne ilgisi var diye düşündün değil mi? Gelin ilgisine kısaca bakalım. Ama bir sonraki yazıda…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.