Güzel He

İşte kendisi: هـ

Arapçanın 27. harfi. Sıfatları: Hems, rihvet, infitah, terkik ve istifal.

 

Bu sıfatların tecvid ıstılahı olarak manaları erbabına malum ve lügat manaları aşağıda.

 

Hems: Sesi gizleme veya gizli ses.

 

Rihvet: Yumuşak olmak.

 

İnfitah: Açılmak ve ayrılmak.

 

Terkik: İnce kılmak.

 

İstifal: Aşağı olmak.

 

Deruniyi, munisi, muhaciri, rakiki ve zelili hatırlayınız.

 

Güzel هـ‎‘nin Mahreci

 

Tecvid ilminde harfin çıktığı yere mahreç deniliyor. Muhakkak ve mukadder olmak üzere iki kısım. Mahreç bölgelerinin sayısı da beş. Uzatmadan söyleyeyim: هـ‘nin mahreç bölgesi aksa’l-halk. Yani boğazın sonu, göğse bitişen ve ağza en uzak olan kısmı. Bizim anlamamız gereken şekliyle: Mahreç bölgelerinin kalbe en yakın olanı.

 

Güzele Dair

 

Etimoloji sözlüklerinde kelimenin Proto-Turkic yani ilk Türklere ait olduğu yazılıyor. Ancak güzel Divan-ı Lügat-it Türk’te yok. Lügatin G harfi bölümünde sadece altı kelime var. Dördü edat ve kalan ikisi de havuç. Oğuzcası ile “Geşür”, Argucası ile “Gizri”.

 

Şöyle oluyor: Divan-ı Lügat-it Türk’ün 'körk' veya 'körklü'sü zaman içinde '-al' ekini de alarak güzele dönüşüyor. Biz güzele güzel demeye, kelimelerin ilk harflerinde dil kökünü mahreç olarak kullanmayı öğrendikten sonra başladık.

 

Güzel هـ‎ Harfinin Dilimize Girişi

 

Kaşgarlı Mahmut’tan öğrendiğimize göre, bütün Türk dillerinde kullanılan harflerin sayısı on sekiz. Yazılışta yeri olmayan, fakat söylenişte gerekli bulunan yedi harfle birlikte sayı yirmi beşe çıkıyor.

 

Bu yirmi beş harf arasındaهـ ‎'yi karşılayan yok. Ühi kelimesinin manasını verirken şöyle diyor Kaşgarlı: Ühi: Baykuş. Türklerin çoğu ك‎ ile اَوكِى ‘ügi’ diye söylerler, doğrusu da budur. Çünkü Türk dilinde هـ harfinin yeri yoktur.

 

Güzel هـ‎ harfinin dilimize girişi İslam’a girişimiz ile birlikte.

 

Güzel هـ‎‘nin Hâlleri

 

Dört hâli var malum ve dört hâli de Türkün güzel telakkisine uygun. Kelimenin başında, ortasında, sonunda ve yalın hâli. Tedaileri ile birlikte görelim:

 

Kelimenin başında : هـ‎ Bir çift göz, basar, feraset ve gözyaşı.

 

Kelimenin ortasında : ـهـ‎ Giden her şey, yükselen her şey, uçan her şey.

 

Kelimenin sonunda : ـهArife. Seferin arifesi, hicretin arifesi, mesut günün arifesi.

 

Yalın hâli : ﻩ‎ Azalarından da tecrid edilmiş hâlde bir tek başınalık.

 

Lafza-i Celal

 

Lafzatullah ile aynı manada. Kelimetullah da öyle. Allah lafzı veya kelimesi: الله Beş harf. Bir elif, iki lam ve bir güzel he. Harfleri eksilterek gidelim.

 

Elif çıktığında lillah. Allah’a mahsus, Allah için demek. Allah rızasını hayatımızın her anında gözetmeyi unuttuğumuzdan beri, sadece taziyelerde Fatiha okumaya davet için söylediğimiz 'Rıza-en Lillah' da 'Allah rızası için' demek.

 

Birinci lam çıktığında lehu. Ma fis semavati ve ma fil ard’ı hatırlayalım.

 

İkinci lam da çıktığında hû. İsm-i hû. Allah ismi.

 

Lafza-i Celal sonunda bir harftedir. Güzel he’de.

 

Celvet

 

Lafza-i Celal’e dair anlattıklarım tasavvufta celvete tekabül eder. Celvet: Kulun ilahi vasıflarla halvetten hurucu, ayn ve azası enaniyetinden çıkarak Hakk’a muzaf olmasıdır.

 

İki Ankaralı

 

Birincisi Hacı Bayram Veli. Vefatı Miladi 1430. Ankara’nın Solfasol köyünden. Silsilesi Safeviye tarikatının piri Safiyüddin Erdebilî’ye ulaşan Somuncu Baba namı ile şöhret bulmuş Hamidüddin Aksarayî’nin müridi. Bayramiye tarikatının kurucusu. Ahmet Bican kardeşi. Eşrefoğlu Rumî müridi ve damadı. Diğer müridlerinden bazıları: “Muhammediye” müellifi Yazıcızade Mehmed, Akşemseddin, Ömer Dede Sikkinî ve meşhur Üftade’nin şeyhi Hızır Dede.

 

İkincisi Aziz Mahmud Hüdayî. Vefatı miladi 1628. Hacı Bayram Veli’den yaklaşık iki asır sonra. Ankara’nın Koçhisar’ından. Gördüğü bir rüya üzerine Üftade’ye intisap ediyor. Ondan dinlediklerini “Vakıat-ı Üftade” isimli eserinde bir araya getirmiş. Sultan I. Ahmed’e çok yakın, Sultan IV. Murad’a saltanat kılıcını o kuşatıyor.

 

İki de not

 

Bir: Bayramiye’nin Pazartesi ve Cuma gecelerine mahsus evradının son virdi Hû’nun yüz kere tekrarından ibarettir.

 

İki: Aziz Mahmud Hüdayî tarafından kurulan tarikatın ismi Celvetiye’dir.

 

Güzel He Türkündür

 

Bu kadar anlattıktan sonra tekrarlamam doğru olur mu emin değilim, fakat söyleyeceğim: هـ‎ harfinin beş sıfatına güzeli Türk ilave etmiştir. Harfi ilave ettiği sıfatla tarif ederek kendisinin kılma mahareti de Türk’ün. Esas hüccetimiz, tarih boyunca Türklerden başka hiç kimsenin هـ‎‘ye güzel he dememiş olması.

 

Türk Asırları

 

Dağdan gelmedik, bağdakini de kovmadık. Zayıf ihtimalle Çin’den almış olsak da, dağ geldiğimiz yerde vardı, bağı yolda bulduk. İkisini de bu topraklara biz getirdik.

 

Maveraünnehir’den ve Fariside güneşin yükseldiği yer demek olan Horasan’dan yola çıktık. Rum illerini fetihlerle geçtik, Nemçe içlerine kadar. Miladi onuncu asrın sonundan on sekizinci asrın sonuna kadar.

 

Hep güzel he ile beraberdik. Dergâh'ta Hû zikri, gazada Allah nidası.

 

Küçük Kaynarca

 

1774’ün 14 Temmuz günü o köyde hezimetimiz tevsik olundu. Nasılı uzun, mesulünü söyleyebilirim: Ulü-l-emr. Emir sahipleri.

 

Küçük Kaynarca sadece Türk asırlarının değil, Türk’ün de sonudur.

 

Küçük Kaynarca’dan sonra Türk, sadece bir etnosun adıdır. Bu günden bakarak, dergâhların kapatılmasını da harf inkılabını da Küçük Kaynarca’ya yazabilirsiniz.

 

Emir sahipleri, yaklaşık iki buçuk asırdan beri o etnosun mevcudiyetini hangi formda devam ettirebileceklerini bulamadılar. Tanzimat yaptılar, ıslahat için ferman çıkardılar. Meşrutiyet kesmedi, cumhuriyet ilan ettiler. Adını o etnostan alan bir ulus inşası için çabaladılar.

 

Gazayı çağrıştıracağı şüphesi de sebepleri arasında mıdır, bilmiyorum; ama el’ân askeri vesayeti kaldırmakla meşguller.

 

Netice: O etnosun milyonlarca mensubu Nemçe ve civarı ülkelerde işçi yahut lümpen. Başvekil, onlara bulundukları ülkelerin vatandaşlığını telkin ediyor. Vatandaşlığa geçenlerin çocukları başka dillerde, başka mahreçler kullanıyor ve güzel bile diyemiyorlar.

 

Güzel he ile yazılınca hezimet, hezimet olmaktan çıkmıyor.

 

Hırankeşan

 

Kaldı mı bilmiyorum. Kaldıysa öyle mi deniliyor, onu da bilmiyorum. Mürettibi düşünerek yumuşak g ile yazmadım. Aslında doğrusu odur. Hiç değilse benim duyduğum şekli ile doğrusu. Yazılı hâline rastlamadım veya hatırlamıyorum.

 

Büyükler yahut yaşlılar “Hırankeşanın ortasına düştük” derlerdi. Ben, içinden çıkılmaz bir hâlde olduklarını söylüyorlar zannederdim. Çok da yanılmıyormuşum.

 

Hıran değil hiran. Şaşkın demek. Keşan değil kesan. O da insanlar demek. Meğer oradan geliyormuş.

 

Bu yazı, bu hırankeşanın ortasında kalmış, ilahi planın Kaynarca sonrasına bıraktığı Türkler içindir. Onları topluluk içindeki hicranlı hâllerinden tanıyabilirsiniz.

 

Hicranları hicretle akrabadır ve o da güzel he ile yazılır efendim.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.