ERZURUM KALESİNİN DOĞU SURLARI (Kale dibi)
AT MEYDANI:(Murat Küçükuğurlu Erzurum Çarşı Pazar -sayfa 135-)
İç kalenin hemen doğusundaki kale surlarının dibindeydi. Bu meydan Tebriz kapısındaki Tophaneli oteli civarından güney-kuzey istikametinden Gürcü kapıya doğru uzanmaktaydı.
Kaladen At Meydanı ve Taş Mağazaların Görünüşü
(Şu an Bat pazarı dediğimiz yer). Osmanlı döneminde kale surları buradan geçmekteydi.93 harbinden sonraki Rus işgalinde bu kale surları önündeki hendek doldurulmuş ve değerli arsalar haline getirilmiş. Ruslar çekilince askeriye idaresine geçmiş, nihayet 1920li yıllarda bu arsalar ile birlikte ‘’At Meydanı’’ belediyenin tapulu mülkü haline gelmişti. Ki burası Durak Sakarya’nın belediye başkanı olduğu dönemde 1932 yılında temizlettirilip genişlettirilerek Tebriz kapının orta yerindeki dükkanlar buraya yerleştirilmiştir.
Rus işgalinde 11 Erzurumlunun asıldığı söylenen kale surlarına bir göz atalım.
Mis Semaver satan iki adet dükkân ve hemen yanında meşhur dibek kahvesi satan ‘’Dadaş İhsan’’ın yeri. Dadaş İhsan sürekli dadaş giysisi giyer, çapula’sı, kösteği, kösteğinin ucundan sarkıttığı cep saati ile adeta caka satardı. Bu kıyafetler içinde kahveyi dibekte kendisi döğer ve işini çok ciddi yapardı.
(Mehmet Okay Hatıralardaki Erzurum isimli kitabının 20.ci sayfasında Dadaş İhsan için şöyle diyor. (1959)
İç kalenin diş duvarlarına arkasını vermiş birkaç küçük dükkân. Bunların başında sadece kuru kahve çekip satan orta yaşlı bir esnafın, kavurma ve çekme makinasıyla kendisinin bile zor sığdığı küçücük dükkânına mutlaka uğrardım.
Erzurumluların bugün sadece düğünlerde, önemli günlerde bar oynamak için giydikleri Dadaş kıyafeti onun günlük elbisesiydi.
Hem kahve almak hem de onu görmek için uğrardım. Zığva denilen kaytan işlemeli, dar paçalı, arka kısmı bol bir pantolon, uzun gümüş zinciri sarkan, bir yelek, renkli geniş kuşağın kıvrımları arasından kehribar ucu görünen kalın bir ağızlık, ayaklarında yumuşak çizme.
Dadaş İhsan'ın hemen yanında yine çok tanınmış bir kişilik olan Kuaförler ve Berberler Dernek Başkanı Ağa Başçoban’ın berber dükkânı vardı. Sülükleri vardı, diş çekerdi.
Hediyelik eşya satan Füsun Mağazası, Saatçi Nabi Bektaş ve Gıgı Fahri. Kuyumcu Fahri de denirdi ama onun işi daha çok altın, gümüş tamiratıydı. Sonra Tanca Kundura ve yanında Paçacı Sülfettin...
Kalede askeri birlikler vardı. Askerlerden para karşılığında somunlarını satın alırdık. O top top somunları iştahla yerdik. Kale 1960 ta askeriye tarafından tahliye edildi. Askeriye kaleyi terk edince kale sahipsiz kaldı. Orası gecekondularla dolmaya başladı. Kale surlarının taşları bu gecekondularda kullanıldı. Hatta suru delip içine ev yapanlar bile oldu.
Doç.Dr.Murat Küçükuğurlu ‘’Erzurum Kalesi’’ isimli kitabında Erzurum kalesini bu dönemi için şunları yazıyor:
''1951 yılında Erzurum’a gelmiş olan Lord Kinross anılarında şöyle diyor.
2.Dünya savaşı sona ermesine rağmen şehir askeri hüviyetini devam ettirmektedir. Şehirdeki dini abidelerin çoğu halen askeriyenin elindedir. İç kale halen askeri maksatla kullanılmaktadır.
Erzurum’un minareleri birer mızrak gibi etrafımızda yükselmekteydi. Ankara’dan ve batıdan bakıldığında Erzurum çok uzak bir garnizon şehridir. Ben buraya doğudan geldiğim için bana çok medeni bir yer olarak göründü.
Şehrin bir ucundan diğer ucuna uzanan modern bulvarda (Cumhuriyet caddesi) Alman mimarisiyle inşa edilen hükümet binaları ve Mimar Sinan tarafından yapılan zarif bir cami bulunmaktadır. Bu caminin etrafında çay bahçeleri vardır.
Askeri karargâhın yanında subayların çeşmenin başucunda, akşamın tozlu soğuğunda çay içtikleri açık hava kulübü bulunmaktadır. Subaylar eşleri ve çocuklarıyla sadece üç kısa yaz ayında birlikte oluyorlardı.
Halen askeri amaçla kullanılan iç kale Crydon dökümhanesinde yapılan bir zil içeren ve deniz feneri gibi inşa edilen bir19.cü yüzyıl çan kulesi ile taçlandırılmıştır. Ruslar onu ortadan kaldırana kadar, kule merak ve hayranlık uyandıran bir saat taşımaktaydı.''
Kale dibini anlatırken Pottik Şefika’yı anlatmadan olmaz. Pottik Şefika kale dibinde bir gecekonduda yaşardı. Belediye ona Evlendirme Müdürlüğü'nde görev vermişti. Kendine has bir askeri üniforma giyerdi. Cumhuriyet Caddesi'nde dolaşır, evinde kedi, köpek beslerdi.
Şimdi Mustafa Duman'ın ‘’Pottik Şefığe’’ başlıklı yazısına bir göz atalım:
'
'Evlerinin kale dibinde olduğunu öğrendiğimiz Şefika, kale dibindeki evinden kalenin hizasına ve yanına çıkar. Orada Baraka demekte zorlanacağımız bir göz hanesinde yaşardı. Bu göz hane ortadan muşamba ile bölünmüştü. Girişte birkaç parça eşya ve kendi barınağı. Muşambaların arkasında her zaman en az bir düzüne kedi ve köpek.
Evet, Şefika küçücük bir kadındı. Kara ve kuruya yakın. Hep üniforma ile gezerdi. Üniformaları ayırt edecek bilgimiz olmadığı için onu kumandan zannederdik. Ben ondan korktuğumu da hatırlıyorum. Çok küfür ederdi. Şimdi anlıyorum ki küfürler onun müdafaa mecburiyetinin parçalarıymış. Her şart altında kedilerini köpeklerini baktı, besledi, büyüttü.
Şefika’nın kedileri köpekleri gibi yahut başka bir şekilde bende büyüdüm. Artık Şefika’dan korkmayacak kadar.
Gecikmiş ölüm haberini aldım. Haberi verenler, haberde Şefika’nın ölümünden çok kedilerinin köpeklerinin defin merasimine iştirak edip günlerce ağladıklarını öne çıkarmalarıydı.
Annemin Müslümanlık telakkisine göre şefkat gösterdiği kediler ve köpekler ona şefaat edebilirlerdi.''
Yazarın notu: Bu kale dibinde hemen hemen her yer yıkıldı ve temizlendi. Bu yazıyı yazarken oraları dolaşayım dedim. Yukarıda gördüğünüz fotoğraf anlatılan dönemlerden sur içinde kalmış bir iş yerinin kapısı. Kapıda şöyle yazıyor. ’’Çul, çaput, keçe ve pamuk atılır’’
Ellerine yüreğine sağlık hocam