Herhangi birisine var mısın? Varlığınızdan haberdar mısın? Sorularını sorsak, hiç tereddüt etmeden: “Elbette varım, varlığımdan haberdarım” der. İnsanın kendini doğrudan ve aracısız en yüksek kesinlikle akli sezgiyle bilir.
Akli sezgiyle insanın doğrudan kendi varlığını en yüksek kesinlikle bilme anlayışını Aziz Augustinus (345-450) “Eğer aldanıyorsam varım” anlayışıyla temellendirmiştir. Bu anlayıştan hareketle birçok düşünür değişik ifadelerle varlık hakkındaki düşüncelerini:
“Düşünüyorum o halde varım.” “İnanıyorum o halde varım.” “Şüphe ediyorum o halde varım.” “Varım o halde düşünüyorum.” “ İsyan ediyorum o halde varım.” cümleleriyle temellendirmişlerdir.
Bu gibi temel düşüncede bedensel varlık yanımızdan daha çok akıl yanımızı bilmektir. Akıl hastaları böyle bir soruya doğru cevap veremezler.
Kuzey Afrikalı Berberi olan Augustinus (345-450): “Eğer aldanıyorsam varım” düşüncesini şöyle temellendirir: "Biz var olur (1) ve var olduğumuzu biliriz (2) ve bu var olan ve bilen şey, bizim sevdiğimiz bir şeydir (3). Sözünü ettiğim bu üç madde söz konusu olduğu sürece, hakikat kılığına girmiş bir yalan korkusu bizi hiçbir şekilde tedirgin etmez. Var olduğumu, bildiğimi ve sevdiğimi mümkün en yüksek kesinlikle bilirim. Bu türden hakikatlerle ilgili olarak, Akademi kuşkucularından gelecek hiçbir kanıttan korkmam. Onlar, "Peki ya aldanıyorsan?" deyip itiraz ederlerse. Aldanıyorsam, varım. Çünkü var olmayan biri, aldanamaz."
Demek oluyor ki, bilgilerimizde aldanıyor olmamız, bizim var olduğumuzun kanıtıdır. Var olmayan insan ne aldanan ne de aldatan olmaz. Bu nedenle var olan insan aldanan ve aynı zaman da aldatan bir varlıktır.
Aldanmak; görünüşe bakarak yanlış bir yargıya varmak, yanılmak. Bir hileye, bir yalana kanmak. Hayal kırıklığına uğramak. Aldatmak ise: beklenmedik bir davranışla yanıltmak, karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden yararlanarak onun üzerinden kazanç sağlamak. Birine verilen sözü tutmamak. Yalan söylemek anlamlarını içerir.
İnsan bir madalyonun iki yüzü gibidir. Aldanan ve aldatan bir varlık olduğu içindir ki ilk aldatma ve aldanma olayı Tevrat ve Kuran’da Has Bahçede (Cennette) geçen Hz Âdem, eşi, yılan ve şeytan arasındaki yasak meyveyi yememe hususunda ortaya konur.
Aldatmanın ve aldanmanın en kolay yolu yaldızlı sözler, kötü niyetler, maddi kazanç önerileri, mevki ve makamların paylaşılmasıdır.
Balıkçıların oltasındaki yem ne acımasızca aldatma ve aldanma silahıdır. Deveyi yardan aşağı düşüren eldeki bir tutam ot değil midir? Deve bir tutam ota kavuşmak için aldanmıştır. Aldatanın silahı bir tutam ot olmasına rağmen aldananın cehaletine ne demeli!
Aldatılan insan aldatıldıktan sonra derin suçluluk duyarak kendisini sorgular. Nefsine yazık ettiğini ve vicdanının yaralandığını ve kendini aşağılanmış hisseder. Kendini zaman zaman aptal yerine koyar. Bu duyguyla sarsılarak ve hınç duyarak yumruğunu sıkar, dişlerini gıcırdatır. İnsana karşı güveni sarsılır. Bu sorgulamada kendi varlığının bilincine ulaşır. Aldatılan insan bir daha böyle gafil bir duruma düşmeyeceğini ve aldanmayacağını söyleyerek kendini inandırmak ister. Aldatan insan aldatılana göre gözü açıklık yapmış, onun gafil tarafından yararlanarak aldatmıştır. Bu da aldatmanın verdiği üstünlük duygusuyla vicdanını yaralamış egosunu tatmin etmiştir.
İnsan başkalarını aldattığı gibi kendisini de aldatır. Daha ileri giderek Allah’ı aldatmaya kalkar. Hem kendine hem başkalarına ve hem de Allah’a karşı ikiyüzlü olarak işinde, ticaretinde ve günlük hayatında aldatır. Dünya nimetleri onun için hem aldanma hem de aldatma metaıdır. Ya da Allah’ı öne sürerek, onun yüce adını kullanarak ve yeminler ederek Allah ile aldatır. Aldatan insan gerçek de Allah’ı ve onun sesi olan vicdanını değil, nefsini aldatmıştır.
İnsanları aldatmanın ve onların aldatılmasının en kolay yolu; Allah adına aldatma ve aldatılmadır. Çok duyarız, imanımın kurbanı oldum.
Ağızlarda pelesenk olan “Bizi aldatan bizde değildir” sözünün arkasına sığınılır. Ne yazık ki, satırlarda yazılı olan bu güzel kutlu söz, vicdanlara yerleşmemiştir. Eğer vicdanlara yerleşmiş olsaydı, ülkemizde dini görünümlü siyasi ve ticari kuruluşlar bu kadar derin aldatmalar yaşatır mıydı? Bireysel aldatma ve aldanmaların açtığı yaraların telafisi kolaydır. Ancak aileye, topluma, ülkeye ve devlete karşı aldanma ve aldatmaların açtığı yara ve ıstıraplar neyle telafi edilir.
Ülkemizin son altmış yılının toplumsal ve dini panoramasına bakınca siyasi, her türden ideoloji inanç ve dini görünüm ad altında aldatmanın ve aldatılmamın ıstırabını yaşayan bir toplumuz.
Aldatılmış bir toplumuz. Aynı zamanda da aldatan bir toplumuz. Hepimiz bile bile aldatıyoruz ve aldatılıyoruz. Sonra da lades diyoruz. Kimse kimseyi aldatmasın! Aldatılmış masumiyetine sığınmasın! Mış gibi yapmasın!
Kim günahsızsa ilk taşı o atsın! Kim kendini masum görüyorsa ilk sözü o söylesin!
Kim aldatmadan ve aldanmadan yaşıyorsa ayağı kalksın hepimizin üzerine diriliş toprağı saçsın. Saçsın ki ne aldatan ne de aldanan insan olmayalım.
Şeytan ve insan kılığında şeytanlaşmış insanlar kapıda pusuda yatmış bizi beklemektedir.
Hz. Adem'e aldanma hissiyatını bahşeden Yüce Yaratıcı şüphesiz bu hissiyatın nüvelerinden bizi de nasiplendirmistir. Dini literatür gereğince aldanma ve aldatma akli varlık olarak insan ile şeytan arasındaki bir hasaplasma meselesi değil midir? Zira şeytan aldatma sanatı ile meşhurdur. Burada aldanan da akli ile nefsanî duyguları arasında tercihte bulunan insandır. Ya nefsanî halini seçecektir boylece şeytana aldanmış olacaktır ya da akli yönü ile iradesini devreye sokup şeytana aldanmayıp hatta onu aldatacaktır. Öyleki Augustinus da " EĞER ALDANIYORSAM VARIM " tezi doğrultusunda insan zaten doğası gereği aldanır. Her ne kadar iradi yönünüz olsa da elbette biz de bir şeylere aldanıyoruz hocam. Bence aldanmak da aldatmak da bir sanat öyle bir sanat ki kusursuzca zuhur edip, ilmek ilmek insana işleniyor. Aldatan ne aldatmaktan vazgecip cekiniyor ne de aldanan akıllanıyor...Yazınız o kadar isabetli ve muazzam olmuş ki hocam, okuyunca kayıtsız kalamayıp bir şeyler yazmaya çalıştım sizden ilham alarak... Saygılarımla...