‘Cumhuriyeti idrak edemeyenlerle yol yürüyemeyiz’

Türk milleti büyük bir harpten çıkmış, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurtardığı vatanında özgür ve bağımsız yaşamaktadır. Ancak ülkenin hali içler acısıdır, üretim yok denecek kadar azdır. Büyük kurtarıcı kolları sıvamış, topyekûn bir ekonomik kalkınmanın temellerini atmaya başlamıştır. Millî mücadeleyi dahice bir stratejik önderlikle kazanmış, savaş meydanlarında olmazları olduran Atatürk, bu kez ekonomik kalkınma için gecesini gündüzüne katmaktadır.

Yıl 1924’tür.

Gazi yurt gezisine çıkmıştır ve Trabzon’dadır, acı haber orada ulaşır.

13 Eylül 1924’te Erzurum’un Hasankale ilçesinde 6,8 büyüklüğünde bir deprem olmuştur.

60 yurttaş yaşamını yitirmiş, deprem bölgede büyük hasara yol açmıştır.

Bölgeden kötü haberler gelmektedir.

Savaştan çıkan halk zaten büyük yoksulluk içindedir, deprem yoksulluğun tuzu biberi olmuş, yüzlerce insan evsiz barksız aç ve susuz kalmıştır.

Gazi Mustafa Kemal karayoluyla Erzurum’a hareket eder.

2 Ekim 1924 günü Hasankale (bugünkü adı: Pasinler) ilçesine ulaşır, halkla buluşur.

Yıkıntıları gezer.

Onları dinler, ihtiyaçlarını tespit eder, Başvekil ismet İnönü’ye ihtiyaçların giderilmesi için ardı ardına telgraflar çektirir.

Acil para gönderilir Hasankale’ye, para halka dağıtılır, evlerini yeniden yapabilmeleri için istenen inşaat malzemesi yardımı de tez zamanda ilçeye ulaştırılır.

1924 Pasinler ( Hasankale) depremi, Atatürk Hasankaleliler’le

Gazi Mustafa Kemal meydanda toplanan halka, büyük bir savaştan çıktıklarını hatırlatır, ekonomik savaşı da kazanabilmek için başlattıkları kalkınma hamlelerinden söz eder, Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz bir yaşında olmasına ve yokluklarla mücadele etmesine rağmen Hasankale’nin yaralarının tez zamanda sarılacağını söyler.

Atatürk konuşurken, kalabalık içindeki ak sakallı bir ihtiyar sürekli olarak ‘Padişahım çok yaşa!’ diye bağırarak sözünü kesmektedir.

Gazi konuşmaya devam eder ancak gözü ve kulağı o ihtiyardadır.

Yaşlı adam bir kez daha ‘padişahım çok yaşa!’ diye bağırınca Atatürk onu yanına çağırır.

“Bey amca, ben padişah değilim, hep beraber savaşarak yurdumuzu düşmandan temizledik, cumhuriyeti kurduk. Artık Osmanlı yok, Türkiye Cumhuriyeti var. Ben reis-i cumhur Mustafa Kemal’im” der, adam onu şaşkınlıkla dinler, ancak yüzü asılmış ve tedirgin olmuştur. “Öyle deme Paşam yerin kulağı var, padişahım çok yaşasın” deyince Gazi Mustafa Kemal, tane tane bir kez daha anlatır.

Yaşlı adam yine ‘padişahım çok yaşa’ deyince, yüzü allak bullak olan Atatürk, kaymakama döner ve sorar,” Kaymakam Bey, siz bu halka cumhuriyeti anlatmadınız mı?”.

Kaymakam süklüm püklüm yanıt verir Ata’ya, “Reis-i cumhur hazretleri, köylere yazı yolladık, davul zurna çaldırdık ve tellal bağırttık”.

Atatürk’ün yüzü tunç gibi olur.

“Kaymakam Bey, cumhuriyet tellal bağırtarak, davul zurna çalarak, yazı yollayarak anlatılmaz. Cumhuriyeti siz anlamamışsınız ki! Bu yüzden halka da gerektiği gibi anlatamamışsınız. Cumhuriyet yaşayarak ve yaşatılarak anlatılır. Bakın biz nelerle uğraşıyoruz? Sizin gibi cumhuriyeti idrak edemeyenlerle yol yürüyemeyiz. Bak yaşlı adam hala padişah devrinde sanıyor kendini. Biz kulluktan yurttaşlığa geçtik, adamcağızın haberi yok” der ve yaverine dönerek kaymakamın görevden alındığını Ankara’ya telgrafla iletmesini emreder.

Günümüzde cumhuriyetin bütün değerlerinin altı oyuldu ve erozyona uğratıldı/uğratılıyor.

Cumhuriyeti yeterince anladık mı? Anlatabildik mi?

Askerde haftada bir kere gece dersleri olurdu. Toplumun her kesiminden insanın geldiği kışlada, çoğunlukla yemekhanede oturarak geçerdi gece dersleri.

Hep sormuşumdur kendime, bu insanlara Atatürk’ü, Cumhuriyeti, Cumhuriyetin temel ilkelerini neden anlatmayız diye?

Bir engel mi vardı?

Ordumuz cumhuriyeti kuran ve koruyan değil miydi?

Köyden gelen gariban Mehmet’e Atatürk dediğimde, “He! İçmiş içmiş, patlamış” demişti bana.

İçim parçalanmıştı o yanıta, ancak çok görmemiştim o Mehmet’e, ona anlatılan o kadardı, algısı bu yanıttan ibaretti.

Keşke anlatabilseydik, cumhuriyetin altını oyan o malum güruh bugün bu noktalara gelemezdi.

Biz slogan cumhuriyetçiliği yaptık sadece.

Onlar hem kaymağını yedi hem altını oydular.

Bizler, Pasinler kaymakamı gibi yazı yazarak, davul zurna çalarak, tellal bağırtarak havanda su dövdük belkide.

Özeleştiri yapmalıyız.

Bugün gelinen noktada şapkamızı önümüze koyup derin derin düşünmeliyiz.

İçinde ve yüreğinde cumhuriyeti özümseyemeyen, anlamayan, anlayamayanlar, işte 1924 yılında tellal bağırtarak, yazı yazarak ya da davul zurna çalarak cumhuriyetçilik oynayan o kaymakam gibi oldular hep.

Cumhuriyetin semeresini en çok yiyenler de ne yazık ki bunlar oldu.

Oysa Atatürk; büyük emeklerle kurduğu cumhuriyeti gerektiği gibi halka anlatarak, sonsuza dek yaşatabilmek amacıyla ne fedakarlıklarda bulunmuştu.

Ancak anlatamayanlar, anlatmayı angarya sayanlar vardı, var ve hep var olacaklar.

Yazık!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.