Cicianne

İçine doğru ağlayan insanların dışlarındaki yapmacık tebessüme ihtiramla başlayacağım ve yazıyı burada bıraksanız da olur. Daha kıymetli bir şey söyleyebileceğimi zannetmiyorum.

 

Babanız kızmış ve annenizi dövmüştür; fakat siz eve girdiğinizde annenizin yüzünde bir sevinç ifadesi. Bu değil.
Sevgiliniz kim bilir hangi gaileler ile uğraşırken sizi görür ve gülümser. Bu da değil.
Uğur'unki.

 

Uğur arkadaşımızdı diyeceğim de, o bile zor. Emsalimiz, hepimizin arkadaşı ve hiçbirimizin arkadaşı değil. Daima yüzünde ışıl ışıl bir tebessüm ve daima bizden uzak. İncecik, yakışıklı bir çocuk. Bizimle öğrenci, bizimle serviste ve bizimle okulda. Fakat genellikle bizimle karşılaşmaz ve nadiren karşılaştığımızda da hepimize çok iyi davranır. Aslında biz kötü davranmasına da razıyız. Bulabilsek.

 

Bizimle oynamayan, bizimle kavga etmeyen, bizimle hiçbir şey yapmayan hep uzaktaki Uğur'un yüzünde hep tebessümden bir perde. Belki tebessümün kendisi perde. Ne bileyim ki Uğur o perdenin gerisinden içine doğru ağlıyor.
...
Emsallerimizin pek çoğu, pek saygılı çocuklar değillerdi. Değildik demeyi çok düşündüm, fakat kendime haksızlıktan korktum. O dönemde, liseyle birlikte, hatta bazen daha önce kahveye de başlanılırdı. Kahvenin müşterilerinin çoğu muhtelif kâğıt oyunları oynayan çocuklar. Bir kısmı, hesap ödememek için birbirlerine ve bilhassa kahveciye karşı şirretliğin her türlüsünü göze almış çocuklar. Ve kahveci, Uğur'un babası. 
İskender Bey.

 

Sonunda, ondan gıyabında bile 'bey' diye bahseden bir kişi kalmıştı: Babam. Çok şükür ve göğsümü gere gere, ben babamın oğluyum.

 

Vaktiyle, kendisinden hemen herkesin İskender Bey diye bahsettiği muhakkak. Ailenin sahip olduğu yahut elden çıkardığı evler, dükkânlar filan da öyle hitap edildiğinin şahidi.

 

Henüz ortaokulu bitirmişken kahveye orada başladım ve kâğıt oyunlarını orada öğrendim. Fakat onun kahveciliğe nasıl başladığından haberim yok.

 

Rivayet, kahvenin eski müşterileri azalmaya yüz tuttuğunda bizi yahut emsallerimizi kabul ettiği ve bu kabulden sonra eski müşterilerin kahveyi tamamen terk ettiği.

 

Önce, şimdi neredeyse hepsi rahmetli arkadaşlarımla birlikte biz gidiyorduk ve sonra yol açıldı. Kahvenin bütün müşterisi artık hemen hiç birisi askerlik yapmamış ve çoğu askerlik çağında dahi olmayan Ilıca'nın çocukları ve Yavuz Selim Öğretmen Okulu'nun öğrencileri.

 

Zaman içerisinde "İskender Bey"in itibarı azaldı ve baskınlar başladı. Önce öğrencilerinin peşine gelen Öğretmen Okulu idarecileri; sonra Ilıcalı çocukların babaları. Çoğunun, bırakınız İskender Bey'i ve medeniliği, en kaba anlamıyla kasaba adabından bile haberleri yoktu. Çocuklarını kahvede dövüyorlardı ve tabii küfür, hakaret gırla.

 

Müşterileri için artık İskender Emi'dir. Akran muamelesi yapanlardan ve yazması zor, ama daha ileri gidenlerden bahsetmeyeyim.

 

Babam, ahh babam. Beni İskender Bey'in göremeyeceği bir köşede, bazen saatlerce bekler; eve kadar peşim sıra yürür ve eve mutlaka benden sonra girerdi.

 

Babamdan dayak yedim evet ve oğlumu dövdüm. Şimdi mi? Keşke babam beni daha çok dövseymiş ve keşke oğluma hiç vurmasaymışım.

 

Boş verin, bizimkiler kıymetsiz hikâye ve keşke Uğur'un hikayesi de bizimkilere benzeseydi.

 

Kasaba zulmünün son kertesinde Uğur artık "Gehveci İskender"in oğludur. İçine doğru ağlayan Uğur'un yapmacık tebessümüne gelmişken söyleyeyim: O yapmacık tebessüm yüzünden o kasabayı yakacak yüreğim vardı da keşke sezgim de olsaymış.

 

Asım Bey, İskender Bey'in kardeşidir ve kahveye bitişik dükkânda yahut yazıhanesinde sadece oturur. Ayaklarını uzatarak diyeceğim de ayakları yok. Ehh işte, olduğu kadarını uzatmış gibi düşünün. Her sabah tekerlekli sandalyeyle dükkâna taşınır; her akşam tekerlekli sandalye ile evine götürülürdü.

 

Asım Bey'in beyliği ailesinden değil sadece; kendisi de bey. Benim bildiğim kısmında, 1950'li yılların ortalarından itibaren kamyonları var. Küçücük Ilıca için nasıl bir zenginlikten bahsettiğimi tahmin edersiniz. Bir dönem, kamyonlarından birinin şoförü rahmetli amcammış. Henüz bekâr ve evimize Asım Bey'in ekmeği de giriyor. Sonra Diyarbakır'dan kız kaçırıp evlenecek ve o ekmeği bir süre daha birlikte yiyeceğiz. Amcam yanında şoför moför ama. Ailemiz kendisinden hep hürmetle karışık bir muhabbet gördü.

 

Bazı düşmelerin matematiği yoktur ve bir ihtimal kimyası da. Düşersiniz öylece. Ziyaretçileri ve tekerlekli sandalyesini sürmek isteyenler azalmıştılar deyip bırakayım. Düşüş kolay yazılamıyor. 

...

Cicianne'ye buradan geçmeyeceğim, hayır. Önce fotojenikten bahsetmem lazım.

 

Photo veya phot şeklinde yazılıyor ve ışık demek. Sadece ışık
.

Jen, bildiğimiz gen ve başlangıçtaki manası doğurmak. Sonra soy, ırk, zürriyet gibi manalar da alıyor ve nihayet Mendel'den itibaren de "Kalıtımı düzenleyen hücre".

 

Başlangıçtaki anlamıyla ve tabii fotoğrafı icadından çok önce; fotojenik, ışık doğuran demek. Aydınlatan diye kısaltmama itirazınız yoktur herhalde.

 

Fotoğrafı dahil ettiğimizde fotojenik, fotoğrafı aydınlatan kişiyi ve tabii aslında onun yüzünü ifade için kullanılıyor.

 

Aşka bir tarifin daha ilavesine kalkışmış olsaydık keşke. O zaman, bazı insanların bazı fotoğraflara ve fotoğraflardan fazlasına kattığı aydınlığı sadece başka bazı insanlar görebilirler, diyerek devam ederdim.

 

O "bazı insanlar"ı da dahil ederek söyleyeyim: Yüze yansıyan ve yüzden yayılan aydınlığın kaynağı kalptedir: şefkat.

 

Şefkati merhamet ile aynı manada kullanmak mümkünse de biz öyle yapmayalım. Merhametin terfi etmiş hâli yahut zahiren merhamete muhtaç olan bulunmadığında da merhamet.

 

Cicianne'nin tarifi böyle başlıyor dilimde: müşfik ve aydınlık yüzlü.

 

Hatıralarımdan daha fazla yeri bilinçaltımda kapladığını anlamam uzun sürdü. Tanıdığım bütün kadınlarda meğer, münasebetimizin "form"u ne olursa olsun, Cicianne'yi aramış yahut bulmuşum. Freud "Psikodinamik" filan gibi laflar ediyor.

 

Bayram için el öpmeye, daha doğrusu bayramlık toplamaya gittiğimizde, komşu evlerin çoğundan ancak arife günü dağıttıklarından arta kalanları alabilirdik. Nadiren, dilimin kötü demeye varmadığı ucuz şekerler. Cicianne'nin elini öpen bahtlılar, pek çoğu ilk defa görmek üzere, çikolata alırlardı.

 

Kaç bayram elini öptüm hatırlamıyorum; fakat Cicianne ile bütün temasım ve benim Cicianne hikayem garip bir şekilde, bu kadarcık. Sıra Ilıca'nın Ciciannesinde.

 

Kulun rızası cennete götürür mü, emin değilim; fakat cennete giden yolun, kulların rızasıyla döşeli olduğundan zerre kadar şüphem yok diye başlayacaktım, vazgeçtim. Cicianne dünyamıza zaten cennetten gelmişti ve ölümle de geldiği yere dönmüştür.

 

Kendisinden epeyce yaşlı babaannem dahil, Ilıca'da herkes ondan öyle bahsederdi: Cicianne. Ilıca'da herkesin ona dair bir hikayesi vardır. Bizzat yaşayarak yahut nakil yoluyla.

 

Cicianne'nin başlangıçtaki şöhretini hemşireliğine borçlu olduğunu söylemedim, değil mi? Sağlık Ocağı vardı, fakat önce Cicianne'ye gidilirdi. Şayet Cicianne Sağlık Ocağı'na gidilmesini tavsiye ederse, ancak o zaman.

 

Elinin şifalı ve teşhislerinin mutlak doğru olduğuna siz inanmasanız, ben inanmasam ne çıkar? Rahmete kavuşacağı güne kadar bütün Ilıca inandı.

 

Hastalara tavsiye ile başlayan itibarını başka imkânlarını da seferber ederek hep iyilik için, hep yardımcı olmak için kullandı. Zaman içerisinde bir iyilik meleği hüviyeti kazanması da o yüzden. O kadar ki sonunda eşinden şikâyetçi kadınlar için dahi müracaat makamı olmuştu.

 

Bilinen hikayesine yahut hikayesinin bilinen kısmına göre, Cicianne Ilıca'ya bir askerî sahra hastanesiyle ve hemşire olarak gelmiştir. Asım Bey'le "Asım Bey" iken evlenecek ve yatalak eşine hemşirelik yapacaktır. Eş ve hemşire. Asım Bey'in diğer eşi vefat ettikten sonra da artık tekerlekli sandalyeyle taşınan Asım Bey'e hemşirelik ediyor. Yine eş ve hemşire.

...

Bu eş ve hemşirenin ömrünün sonuna kadar hiçbir akrabası, hiçbir yakını bilinmedi. Bu eş ve hemşireyi yine ömrünün sonuna kadar hiç kimse aramadı.

 

Galiba Cicianne aslında kimsesiz bir serçeymiş ve Asım Bey'de konacak bir dal bulmuş. Fakat aydınlık yüzünde daima ışıl ışıl tebessümünü ne yapacağız?

 

Eyvah... Uğur'un tebessümüne mi yakalandım yine?

 

Hayır. Cicianne, aslında içine doğru ağlayan kimsesiz bir serçeymiş demeyeceğim.

 

Yapmayın. Sızılardan yorulmuş bir içim var benim de.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.