Çelik Pazarı-2

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri


Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .

işte söz, işte ses, işte biçim

’’Çelik pazarında ufacık taşlar’’
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var


Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...

 

 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Türk insanının yazılmayan romanı türkülerde saklıdır” der. Eyüpoğlu da bunu, bu Türk insanının yazılmayan romanının türkülerde gizli olduğunu ve ne kadar çok anlam taşıdığını yukarıdaki şiirinde adeta haykırarak anlatmıştır.

 Değerlerini yitirmeye yüz tutmuş halk türkülerimizin olduğunu derinlemesine hissetmemiz gerek. 

Bu Türküyü, yazımızdan sonra değerli hemşehrimiz Aysun Gültekin’den dinleyen bir kişi de çıktıysa kendimi mutlu addederim.

 Geçen hafta Çelik pazarını aramaya devam edeceğim demiştim. Bunu bilebilecek birçok tanıdığıma telefon açtım ve sosyal medyadan bu konuda bilgi istedim. Hiçbirinden cevap alamadım. Ama aramaya devam ediyorum.

Sağ olsun Murat Ertaş hocam, benim geçen haftaki yazımın altına şu notu düşmüş: ‘’Erzurum’dan muhacirliğe çıkan halktan bir dadaşın Sivas’ta başına gelen olay nedeniyle yaktığı türkü diye biliyorum. Bugün de bıçakçılıkta Sivas Türkiye’nin en rağbet edilen çarşısına sahiptir. Bir ihtimaldir.’’

 

 

Şimdi: XVII. yüzyılda bir ara Erzurum Gümrüğü’nde görev yapan Evliya Çelebi’ye göre İstanbul ve İzmir’den sonra en işlek gümrük Erzurum’dur. Kalenin kuzey tarafındaki Gürcü Kapısı mevkiinde bulunan gümrüğün civarında çoğu kendi evlerinde oturan Arap, İranlı, Hintli ve hatta Uzakdoğulu tüccarlar bulunmaktadır. Şehirde kervanların konaklamaları için yetmiş han, 800’den fazla dükkân ve dört kapılı bir bedesten (Kapalı çarşı) vardır. Darphâne ise Erzincan Kapısı tarafında yer almaktadır.  “Şirek” ve “Mîrek” isimli kılıçları cihanda meşhurdur.  (Seyahatnâme, II,)

 

* Tokat yoluyla Bursa’ya ulaşan “İpek yolu” üzerindeki Erzurum’un Bilhassa tüfekleri, tabancaları, kılıçları, (şirek-mirek) çakmak ve kundakları çok ünlü idi. Siparişe göre en eski modelden en yeni modele kadar her cins silâh imal ediliyordu. Burada üretilen silâhlar 1867 Paris, 1873 Viyana ve 1876 Philadelphia milletlerarası fuarlarına katılarak dereceye girerdi.

 Demir endüstrisine bağlı olarak demircilik, dökümcülük ve diğer kolları da gelişmişti. Tunçtan dökme mangal ve şamdanları meşhurdu. Ayrıca ziraata ait alet ve edevat imal ediliyordu. Sağlam ve zarif görünümlü mutfak eşyası yanında hançerleri ve bıçakları da şöhret kazanmıştı. Hafif silahlardan, özellikle bir tür ‘’Türk kılıcı’ ’olan yatağanlar, uluslararası fuarlarda göz dolduruyordu.

Sebahattin Bulut ‘’Damla damla Erzurum’’ kitabında şöyle diyor: Gülahmet caddesinde Bıçak, Hançer, Kama, Kılıç yapan birçok Bıçakçı esnafı mevcuttu.

Her 50 yılda bir düşman istilasına uğrayan Erzurumlu, Kılıç, Süngü, Korda gibi kesici ve vurucu aletleri daima düşmana karşı savunma aracı olarak kullanmış, sonraları da, odasının başköşesinde süsleme aracı olarak saklamıştır.

İ. Coşkun Atılcan: Gülahmet semtinde her çeşit süngü, kılıç, hançer ve bıçak yapan meşhur sanatkârlar vardı.

A. Şerif Beygu: ’Erzurum’da yapılan ‘’Şam işi kılıçlar’ ’dünyanın her tarafında yüksek fiyatla satılırdı,

The kınickerbocker dergisinin muhabiri:(1848) Erzurum’un kılıçları, kamaları ve ateşli silahları İstanbul’dan bile meşhurdu. Diyor.

 Fransız gezgin Tournefort: Bakırcılar, Gece-gündüz bakır dövdükleri için korkunç gürültü çıkarırlardı. Onun için şehrin dış mahallelerinde otururlardı. Diyor. Benzer şeyleri demirciler ve kalaycılar içinde söylemek mümkündür.

Demir ve bakır işlemeciliğinden başka kuyumculuk ve mücevhercilik de oldukça ileri seviyede idi. Bir dönem, Rüstem Paşa Bedesteni, sarraflar çarşısı, kuyumcular çarşısı, Oltu taşı ve savatlı gümüş ürünler çarşısı oldu. Kafkasya’dan gelen Sadullah ve Cabir ustalar Çerkez olup, Rusya’dan öğrendikleri altın işleme, işlemeli gümüş kadın kemeri ve kılıç kabzası gibi işleri Erzurum’daki pek çok kişiye öğreterek onların da usta olmalarını sağlamışlardı. (M. Küçükuğurlu: Erzurum çarşı-Pazar.)

 

Görüyorsunuz Çelik pazarını hala bulamadım.

 

Yeniçeri Ocağı’nın lağvına kadar Erzurum Kalesi’ndeki sipahi ve yeniçerilerin teçhizat ve levazımatının çoğu Erzurum silahçı esnafı tarafından temin edildiğinden Erzurum’da harp sanayii İstanbul derecesine yükselmişti. Ordu, doğu seferlerinde ihtiyacının önemli bir kısmını, Erzurum’daki silahçı esnafından tedarik etmiştir.

 

Silah malzemelerinin imal edilip satıldığı çarşılardan birisi Cami-i Kebir Mahallesindeydi.   Diğeri ise Gürcükapı demircilerinin bulunduğu mevkiinde idi. (Burası şu anki demirciler çarşısının bulunduğu yer olabilir.)

 

Bu silahların demiri Hindistan ve Sibirya’dan alınır, silah yapıcıları çok büyük bir değeri olan süslü ve işlemeli kılıçları yapmak için Hint demirini kullanırlar. Erzurum’da yapılan bu tür kılıçlar, çok süslü ve gösterişlidir. Bu kılıçlar soyluluğun sembolüdür. Sadece ülkedeki güç sahiplerinin taşıyabildiği bu silahlar üstünlük nişanıdır. Bu yüzdende paşaları ve önemli kişileri karşılama törenlerinde bu kılıçlar kullanılır.

 

Çelik pazarını bulamadıysam Erzurum hakkında birçok yeni bilgiler öğrendim ya.  Esen kalın.

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.