Bulutlu yaylanın Dadaşı!

Eski defterleri (yazıları) karıştırırken gözüme iki şey ilişti. Birincisi: Sayın Sebahattin Bulutun bana hitaben yazdığı mektup. İkincisi: Çetin Baydar’a Dadaş cevabı.

 

 

Ama yeri gelmişken Sayın Sebahattin Bulut hakkında bazı anılarımı da yazmak istiyorum.

 

 

* Bir ara Halkoyunları Derneği binası yönetim caddesindeki Kızılay Kan merkezinin ikinci katındaydı. Sebahattin Bulut her gün saat dokuz, dokuz buçuk arası Halk Eğitimi Merkezinin önünden geçer derneğe giderdi. Bende onun geçtiği saati bilir, bahçede çay içmeye davet ederdim. Ön bahçeye iki sandalye atar ardıç ağacının dibinde hem çay içer hem de havuz başına bakarak sohbet ederdik. Yanlış söyledim… O konuşur ben dinlerdim. Çünkü ne O’nun bilgi birikimine sahiptim ne de O’nun konuştuğu gibi güzel bir konuşma üslubuna sahiptim. Tahmin ediyorum iki yaz bu böyle sürdü. Beni bir konuda tenkit ediyordu. ’Bu saat ücreti işini çıkardın, bütün davul zurnacılar beni terk etti. Davul zurna bulamıyorum.’ Bu espriyi zaman zaman, tekrar ederdi.

 

 

* Trabzon’da bir Grup yarışması yapılmıştı. Halk Eğitimi Merkezi ekibi de Eskişehir de yapılacak olan final yarışmasına katılma hakkı elde etmesine rağmen, ben ekibi yeterli görmeyerek Eskişehir’e göndermemiştim. Ama Sebahattin abi Kız-Erkek ekibiyle yarışmaya katılmış, fakat elenmişti. Bir gün işte onu anlatıyordu:

 

''Adamlar almışlar ellerine bir cetvel, bir ayak on santim, diğer ayak 11 santim kalktı diye ölçüyorlar. Biri başını çevirdi, biri jüriye yan baktı, neden nara attı, diye puan siliyorlar. Aha burada söylüyorum, bunlar Türk Halkoyunlarını öldürecekler. Bir daha yarışmaya katılmayacağım. Çünkü halkoyunlarının ruhunu bilmiyorlar.’’

 

 

* Nimet Gezmiş, Erzurum’a dönüş yapmıştı. Kadın Bar ekibini çalıştırması için ona görev vermiştim. Fakat yeteri kadar Bindallımız yoktu. Sebahattin abiye gittim. Örnek bir bindallı istedim. Hemen kalktı arka odaya geçti Osmanlı sarayından çıkma bir bindallı getirerek bana verdi. Bindallı katlanmış bir şekilde kucağındaki duruşu hala gözümün önündedir. Bende o şekli hiç bozmadan bindallıyı kucakladım ve teşekkür ederek oradan ayrıldım. Nakış öğretmenlerimiz o bindallının kopyasını çıkardılar. Her kursa bir adet yapsınlar diye bu motifleri dağıttılar. Yılsonunda o bindallı kadar güzel olmasa da, lacivert kadife üzerine yapılmış 10 adet bindallımız olmuştu.

 

 

 

* Bir dönem Türkiye genelinde, her İl’e araştırma yapılması için bir genelge gönderilmişti. Bende yaklaşık 3 ay çalışarak Erzurum kültürü ile ilgili kitap olacak kapasitede bir çalışma yaptım. ‘’Bir Tadım Erzurum’’ isimli  bu çalışmam, MEB Okul İçi Beden Eğitimi ve İzcilik dairesi Başkanlığınca bir jüri heyeti tarafından değerlendirilerek ‘Mansiyon’ ’ile ödüllendirildi ve ödülümü almak üzere Ankara’ya davet edildim. MEB in Kızılay’daki ek binasının beşinci katına çıktım. Burada törenle ödülüm takdim edildi. Bir ara birinciliği hangi il aldı dedim. Onu da Erzurum aldı. İşte kitap burada 'Kuşaktan Kuşağa, Erzurum folkloru’ diyerek, o üstünde göğsü madalyalarla dolu bir zurnacı resmi olan kitabı gösterdiler.

 

Elbette o kitap kazanacaktı.Çünkü bırakın içeriğini, birinci kalite bir basımla gerçek bir kitap olarak yarışmaya girmişti. Benim kazırladığım ve kitap dediğim ise daktilo ile yazılmıştı.Basılmaya değer bulunursa bakanlık yayınları arasında yayınlanacaktı.

 

Üzüldüm. İçimde tarif edilmez bir burukluk, kıskançlık. Diğer taraftan ‘Olsun Erzurum kazandı ya mutluluğu..’

 

 

Sebahattin Bulut ile böyle bir yarışmaya gireceğimi bilseydim, yarışmaya kesinlikle katılmazdım. Kaybedeceğim bir yarışmaya bile bile neden gireyim? Bu çalışmamı gelecek seneye bıraksaydım, kesin kazanırdim gibi derin derin düşünceler…

 

Şube  müdürleri Gürol Terim ve Bilge Erdem tebrik ederek ve başarılarımın devamını dileyerek ödülümü takdim ettiler. Üzerinde MEB arması olan birt plaket… Erzuruma döndükten sonra kitabı alıp okudum ve o kitap, o gün bu gündür baş ucu kitabımdır ve bana rehberlik eden ender kitaplardandır.

 

 

* Bir gün postadan bir mektup geldi. Büyükçe beyaz bir zarf. Üzerinde Halk Eğitimi Merkezi Havuzbaşı Erzurum yazıyordu. Bu, çok enteresan şekilde katlanmış ve mektup zarfı büyüklüğüne indirilmiş bir gazeteydi. Heyecanla zarfı açtım.16 Haziran 1997 tarihli Palandöken gazetesi. İçinde’Erzurum Bar Ekipleri Fes giymeye mecbur tutulmuş’’ başlıklı bir Sebahattin Bulut yazısı.

 

 

Yazısında Gençlik Spor Genel Müdürlüğünü eleştirmiş ve konunun asıl sahibinin Kültür Bakanlığı olduğu, fakat Kültür Bakanlığı bu konuya sahip çıkmadıkça, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü bilimsel kurulunun ve bilge kişilerinin halkoyunlarımızın başına daha çok çorap öreceğini söylemekte ve şöyle devam etmekteydi:

 

 

‘’ Gençlik Spor Genel Müdürlüğü yayınladığı tamimde: Bundan böyle Erzurum Bar ekiplerinin başında fes ve sarık aranacaktır. Başı örtülü olmayan ekiplerden puan kırılacaktır.  Demiş ve adeta fetva yayınlamıştır. Belli ki bir Osmanlı kafasının getirdiği yeni bir oluşum.’’

 

Gazetenin bir tarafında fesi adeta gizleyerek ve kalıp olarak kullanan İhsan Ertugay ın ‘’Feyzi Başı’ dediğimiz, Baş bağlamanın nasıl olacağını gösteren bir fotoğrafı, diğer tarafta fesin tarihçesi ve fes çeşitleri yazısı.

 

 

Yazısını şöyle bitiriyor Sayın Bulut. ‘’Adama sormazlar mı, peki bu Erzurumlular festen önce ne giyerlerdi. Bu fesi Türk kıyafetleriyle bütünleştirmenin densizliği acep nedir? Geçmişi sadece 2.ci Mahmut’a kadar indirgemek, birazda Türk tarihini ve onun kıyafetlerini pek bilmemek değil mi? Bırakalım Osmanlı hayranlığını da fesi Anadolu’dan kovan Atatürk’ün bilimselliğine kulak verelim’’

 

Evet, yorum siz değerli okurlarımızın.

 

Bir de Sayın Çetin Baydar’la Dadaşlık konusu üzerine karşılıklı yazışmaları var. Bayağı çekişmeli,  adeta düello şeklinde. Ben detaylarına girmeyeceğim. İki Erzurumlu büyüğümüzün tartışması olarak bakıp, her ikisinden de faydalanacağım bölümler olduğunu kaydederek Sayın Sebahattin Bulut’un Dadaş tarifi üzerinde duracağım.

 

 

‘‘ Çetin Baydar Dadaş'a, Dadaşça!

Gençler; toplumun hayatına yeni giren İnternet'i bile çok yakından takip ediyorlar. Dün, internete girmişler, dostumuz Çetin Baydar'ın bir makalesini bulmuşlar. Zırvalarla dolu olduğunu görünce bir kopyasını da bana getirdiler. Üstadımız “Dadaş Ruhunu” arıyormuş. Erzurum'da gerçek mahiyeti ile dadaş kaldı mı? Diye de manşet atmış. Bilemiyoruz ki hazret nasıl bir dadaş arıyor?

 

 

Bakın, Üstadımız Çetin Baydar ne diyor: “Dadaşta kalkış noktası “aykırılıktır”. Muhalefette diyebilirsiniz Ne diyor bu adam, Allah’ınızı severseniz anladınız mı? Çetin Baydar'ın dadaş ve dadaşlık anlayışı böylesine isyancı bir ruha sahip.’’

 

 

Biz dadaşlığı senin anladığın manada anlamıyor, böylesine cebirin, zorun, kabadayılığın adamı olarak tanımıyoruz. Sana rahmetli Necati Karabacak'ın diliyle cevap verelim.’’ ... Dadaşlık öyle rastgele, müktesep bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen “Efendilik” gibi fıtri ve dogmatik bir ruh asaletidir. İşte bu sebepledir ki önünüze her gelene bol keseden “Dadaşlık” vasfının izafe edilmesini doğru bulmuyoruz.

 

 

Bu düşünceden baktığımızda; Dadaş tarih boyunca karşımıza zaman zaman serhat boylarının bekçisi, acizin, yoksulun, kimsesizin hamisi, eli ve sofrası açık-mert bir köylü, bir esnaf, camilerimizin imanlı ve tok sözlü, nur yüzlü vaazı…  Siyasi hayatın medeni cesaretini nefsinde toplamış cesur hatibi. Yiğit bir kumandan, vazifesini namus bilen bir memur, bir öğretmen... En nihayet hayatını ailesine eşine ve çocuklarına vakfetmiş bir Erzurumlu Ana olarak karşımıza çıkar.

 

 

Bay Baydar'a göre; Dadaşlığın içerisini Halkevleri boşaltmış, Halk Oyunları Derneği de bunu devam ettirmiş.


Fe Suphanallah, gel de ölme. İlahi Baydar o senin hüsnü kuruntun. Halkevleri dadaşlığın içini boşaltmamış 1949 yılında Venedik'te Dadaş'ı dünyaya tanıtmıştır. Halkevleri; halkın kültür yapısı olan halk oyunlarını sarhoşun, ayyaşın, kabadayının hatta senin düşündüğün isyancının ito takımının elinden alarak, bu milli değeri kendi kültür çizgisine getirmiş, terbiyeli, bilinçli, okuryazar ve efendi insanların elinde tedavi etmiştir.

 

 

Bizim Derneğimiz de bu geleneği devam ettirmiştir. Temsil salahiyetli milli kültürünü titiz bir kıskançlıkla muhafaza eden okur-yazar ve Erzurum sevgisi yüksek insanlarla çalışmayı yeğlemiştir…’’

 

 

Sayın Bulut’un cevabını bölümler halinde bu kadar alıyor ve asıl üzerinde durmak istediğim konuya geliyorum. (Yazışmaların tamamını merak edenler Dadaş Risalesine bakabilirler.) Şimdi Sayın Sebahattin Bulut’un Dadaş tarifini aynen bir daha alıyorum.

 

 

 

Dadaş tarih boyunca karşımıza zaman zaman serhat boylarının bekçisi, acizin, yoksulun, kimsesizin hamisi, eli ve sofrası açık-mert bir köylü, bir esnaf, camilerimizin imanlı ve tok sözlü, nur yüzlü vaazı.. Siyasi hayatın medeni cesaretini nefsinde toplamış cesur hatibi. Yiğit bir kumandan, vazifesini namus bilen bir memur, bir öğretmen... En nihayet hayatını ailesine eşine ve çocuklarına vakfetmiş bir Erzurumlu Ana olarak karşımıza çıkar.”

 

SABAHATTİN BULUT / ERZURUM HALK OYUNLARI HALK TÜRKÜLERİ DERNEĞİ BAŞKANI

 

 

***

 

Erzurumlu, bir Erzurumlu Ana… Benim takıldığım nokta tamda burası. Şimdiye kadarki tariflerde pek görmediğim bir kelime. ‘’ANA…’’ Demek ki Nene Hatun, Kara Fatma, Name Hatun gibi kahraman Erzurumlu kadınlarda birer Dadaştır. En nihayet hayatını eşine ve çocuklarına vakfetmiş Erzurumlu analar da birer dadaştır. Genç yaşta eşini kaybetmiş saçını süpürge ederek çocuklarını büyütmüş, okutmuş, iş sahibi yapmış analar da birer dadaştır.

 

 

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Haluk Vefik Şengöz 19 Şubat 2021 13:23

    Müslim kardeşim,dadaş ancak bu kadar mükemmel şekilde anlatılabilir.Gönlüne,yüreğine,kalemine sağlık.Türk kelimesinden rahatsız olanlar elbette dadaş kavramındanda rahatsızlık duyacaklardır.Rahmetli Sebahattin Bulut abimize sıra gelince,onun Türk kültürüne yaptığı hizmetleri hiç kimse inkar edemez.Ben deniz ona Erzurum'un Nurettin Topçu'su diyorum. Dadaşta kalkış noktası aykırılıktır.Evet islamda aykırılık vardır ama,kime,neye.Hak etmeden kazanana,hırsızlık,vatan hainliği yapana,adaletsiz davranana bunları böyle uzatabiliriz.Çetin Baydar bey"Erzurum'da gerçek manada dadaş mı kaldı"demiş Eh "süt neyse kaymak o dur"