Buğdayla koyun gerisi oyun derlerdi kimi büyüklerimiz. Buğday bir oyun konusu oldu yıllar sonra. Koyuna da ayrıca bakacağım münasip zamanda. Gerçi bu aralar meralarda sığır otlatmaktansa koyun otlatmanın daha verimli olacağını öne sürenler var.
Yıllar önce Amerika Birleşik Devletlerinde sığırcılar ile koyuncuların savaşlarını sığırcılar kazanmıştı. Türkiye coğrafyası depresyon bölgesi olduğu için sular ne siyasi ne de teknik olarak henüz durulmadı. Oyunun adı gen kaynakları paylaşımı.
Aktörler Birleşmiş milletler ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ismini değiştirmeye doyamadığımız günümüzdeki ismiyle Tarım ve Orman Bakanlığı. Senaryoya kısa bir göz atalım. Buğday stratejik bir ürünümüz. Besinlerimizden karbonhidrat kaynağıdır. Ekmek yaparız buğdaydan usanmadan bıkmadan her gün. Her gün domates yersek midemiz bulanabilir ve usanabiliriz ama yıllardır buğday ekmeği yemekten bıkmadık usanmadık. Bırakmadık Afrika halklarına da üretsinler açlarını doyursunlar, satsınlar gelişmiş ülkelere diye.
Sarıldık buğdaya sıkı sıkı. Nüfus arttı 35 milyondan 82 milyona. Artacağı da ön görülüyor 90 milyonlara kadar. Dünya Turizm pastasında alt ve orta alt gelir seviyesinde olan turistlerin favori merkezlerinden biri olan ülkemiz, ziyaretçilerine de halkımızın misafirperverliğini sergilemek için tatilleri sürecinde buğday taktim ettiğini düşünürsek, bu kadar insanı besleyecek buğdaya ihtiyacımız var.
Dışardan alırsak buğdayı, muhalefet elindeki vurmalı sazları çalmaya başlar. Dışarıdan almayınca sorun yok gibi duruyor. Birim karbonhidrat maliyeti, birim bitkisel yağ ve birim bitkisel protein maliyetinden günümüzde düşük olduğundan ucuz ve ulaşılabilir bir yapıdadır karbonhidrat kaynağı bitkiler. Kolaydır. Yetiştirme süresi boyunca tarla ziyaret sayısı diğer bitkilere göre düşüktür tahılların.
Doğrudan Gelir desteği ile yetiştiricilik yapan geniş ölçekli tarlalara sahip olan ağaların de işine gelir bu durum. Depolaması da nakliyesi de kolaydır. Halk da seviyor buğdayı. Veriyor tırpanı belediye başkanının eline, biçtirirken çekiyor fotoğrafını. Sergiliyor Anakent panolarda yerel buğdaylarına sahip çıkmasını, yetiştirmesini, işlemesini. Hem de kg fiyatı günümüzde 20 ₺ den alıcı bulan kılçıkları kara olan buğday ekmeğini 1936 Yılında Behçet Uz tarafından kurulan Kültür Parkta açılan kooperatif çadırlarında memleketin batısındaki orta üst kesimindeki halka. Ketojenik beslenme modeli (Yağ ağırlıklı beslenme) günümüzde popüler hale getirilmeye çalışılsa da, karbonhidrat ağırlıklı beslenme sisteminde buğday sarsılmaz yerini Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri koruyor.
Nitekim olurda Tarım Kütüphanelerini ziyaret ederseniz Hayvancılık ve Tarla Bitkileri bölümlerindeki eserlerin diğer bölümlere göre daha eski tarihli eserleri görebilirsiniz. Buğday da arşivimizde en eski olanıdır. Seneyo Anadolu Buğdayın gen merkezi oluşunu hatırlamakla başlıyor. Dağdan taştan buğday ve yabani akrabaları toplanır. Ekilir çoğaltılır. Ölçülür biçilir. Beğenilenler seçilir. Çok beğenilenler birbiri ile melezlenir. Daha verimli daha kaliteli bireyler oluşturulur.
Telif hakları yasasına göre ve bilimsel esaslar doğrultusunda yasalar çerçevesinde deneyimlilerce tescil ettirtilir. Sertifikalandırılır çoğaltılır ve çiftçiye ekmesi için ulaştırılır. Çiftçi eker mahsulü alır ya satar ya da kendi ekmeğini yapar. Bu süreçteki ‘oyun’ kısmı şu şekilde bildiğim kadarıyla. 1967 Yılında Meksika’dan ithal edilen buğdaya dayan süreç 1969 Yılında Rockefeller vakfı ile 1. Demirel hükümeti zamanında siyasal bilgiler fakültesi mezunu Tarım bakanı Ali Mesut Erez zamanında bir anlaşma imzalanır. 1971’de Uluslararası Buğday ve Mısır Geliştirme Merkezinden 2 bilim insanının Türkiye’ye gelişiyle ıslah projeleri hız kazanır.
Bu anlaşmaya göre toplanılan buğday gen kaynakları dünya için stratejik bir ürün olması münasebetiyle paylaşıma açılacak ve tüm gen merkezlerindeki buğday tohumları doğadan toplanıp bir merkezde muhafaza edilecek orada ölçümü yapılıp sonuçlar ve tohumlar paylaşılacak şeklinde özetlenebilir.
Türkiye bu anlaşmaya imza atar fakat taraflar arasında çeşitlilik bakımından zengin olan Türkiye’dir diğer ortaklar arasında. Araştırıcı mühendisler avucundaki tohumları uçağa yükler ve gönderir Meksika ülkesinin başkentindeki Dr. Norman Bourlog Enstitüsüne. Uçak gönderilirken direnenler mühendisler de olmuştur günümüzde olduğu gibi hakkını vermek gerekir. Orada yetiştirilir gözlenir ölçülür bu bitkiler. Çoğu sene tekrar gönderilir kahverengi kese kağıtlarında. Talebimiz doğrultusunda bize de gönderildiği belirtilir uygun miktarınca. Türkiye Buğday Gen kaynaklarını açıverir dünyanın sağlığı, bereketi ve barışı için.
Karşılığında da belirli yatırım fonları sağlanır. Seralar yaptırılır. Mühendisler eğitime gönderilir. Dönenleri pek artist ve prestijli olur. Yanına yaklaşmak ne kelime odalarının koridorlarından bile geçilmez bazılarının. El üstünde tutulur. Dönmeyenleri de olur tabi uzak diyarlardan. Dönüp de istifa edip geri giden mühendisleri anmıyorum bile. Sonra ıslah çalışmaları projelendirilir.
Uluslararası kışlık buğday araştırmaları isimli bir projede yereldeki araştırıcıların çabaları ile toplanan veriler, uluslararası merkezlerde birleştirilerek analiz edilir ve en uygun olanları orada tespit edilerek yine yasal telif hakları kanununa uygun bir şekilde tescil ettirilip üretime alınır. Eğitilen mühendislerden Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan pek kimse yoktur yalnız bu uluslararası merkez yönetimlerinde. Şimdi diyeceksiniz oyun neresinde bunun? Sonuçta bahçemizdeki buğdayı dünya ile paylaştık. Dünyadaki ileri seviyedeki araştırma merkezlerinde iyileştirilen buğdaylar bize telif hakları kapsamında tekrar çeşit olarak geri geldi. Para ile satın aldık. Çiftçimize para ile sattık tohumu. Yani hem gen kaynağı gitti elden hem de giden tohumu para ile satın aldık. Bu süreç içerisinde de bu kuruluşlar Tarım ve Orman Bakanlığının belirli araştırma merkezlerinin fiziksel altyapısının iyileştirmesinde ve hizmet içi eğitimlerle takviye ettiler personeli. Karşıladık mı verdiğimizi?
Uluslararası mecraya göre Türkiye çok kazançlı bir antlaşma yaptığı ileri sürülüyor. Demek ki memnunlar bu anlaşmadan hala. Sorum şu: Bu bir tek taraflı memnuniyet mi?
Oyun bu anlatabildim mi bilmem. Oyunun kazananı olur kaybedeni olur. Çok kazanan mıyız? Az kaybeden miyiz?
1 koyup 5 mi aldık?
Aldıysak o 5 ile ne yaptık. Bu mevzunun muhasebesi yapılması gerekmez mi?
Yaklaşık 50 senelik antlaşmanın gözden geçirilmesi kazanımların halkla şeffafiyetle paylaşılması gerekmez mi?
Dünya barışının kazandığı kesin. Ya Anadolu’da yaşayan insanların kazancı nedir?
Bilinçli bir şekilde Tamam mı? Devam mı?
Sorularını yanıtlayabilmek için arşivimize göz atmamız gerekmez mi?
Hedef kendi ihtiyacımızı karşılamaksa, kendimize yetemeyecek konumda oluşumuzdaki bu anlaşmaların payı nedir?
Gelecekte yetemeyecek kaygısıyla mı antlaşmamız devam ediyor?
Yatırımlar daha ne kadar daha devam edecek?
Teknik personel eğitimleri devam edecek mi?
Eğitim alan personel uluslararası merkezlerde yönetici olabilecek mi?
Kendi personelimizi eğitecek akademik kadromuz yok mu?
Varsa ciddiye mi alınmıyor?
Bu anlaşma her 5 senede bir yenilenerek sonsuza kadar devam edecek mi?
Bilmek ve öğrenmek umudu ile esenlikler dilerim.