Tarihî geçmişimiz ve stratejik konumumuz dolayısıyla her zaman hedefte olan bir ülkeyiz.
Kanla, irfanla kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti, geçmişte olduğu gibi bugün de bir sürü tehdit, saldırı ve provakasyonla karşı karşıyadır.
Ülkenin hassas noktalarını hedef alarak; din, mezhep, etnisite ve siyaset üzerinden yapılan provakasyonları ve bunun neticesinde ortaya çıkan acı sahneleri, millet olarak çok görmüştük.
Aynı tabancayla sabah bir ülkücünün, akşam bir devrimcinin öldürüldüğü günleri unutmuş değiliz! Kardeşin kardeşe düşman edildiği o talihsiz günler, hafızalarımızda acı birer hatıra olarak canlılığını korumaktadır.
Kahramanmaraş, Sivas, Malatya ve Çorum’da yapılan kışkırtmalarla nasıl bir mezhep çatışmasının tertiplenmek istendiğini üzülerek hatırlamaktayız. Madımak ‘ta ve Başbağlar’da yaşananlarla ülkenin nerelere sürülmek istendiğini de çok iyi bilmekteyiz.
Hamit Fendoğlu’nun, Muammer Aksoy’un, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Gaffar Okkan’ın, Uğur Mumcu’nun, Necip Hablemitoğlu’nun, Bahriye Üçok’un ve Hrant Dink’in öldürülmeleriyle ülkede dengelerin nasıl sarsılmak istendiğini de unutmadık.
Çok sayıda acı örneklerin yaşandığı ülkemizde bu çirkin oyunlardan sonuncusu İzmir’de yaşandı. HDP binasına yapılan saldırı ve orada masum bir gencin hunharca öldürülmesiyle ülkenin kutuplaşmaya ve kardeş kavgasına itilmek istendiği gün gibi ortadadır. Üstelik HDP’yle ilgili kapatma davasının gündemde olduğu bir zamanda böyle bir saldırının yapılması elbette ki, tesadüf değildir!
Yaşamış olduğumuz acı tecrübeler neticesinde artık neyin, nereden geldiğini ve ne amaca hizmet ettiğini millet olarak hepimiz biliyoruz. Atılan zehirli tohumların, kışkırtmaların ve ayrıştırma taktiklerinin toplum bilincinde karşılık bulmadığını ve bulamayacağını da rahatlıkla ifade edebiliriz. Toplumumuz artık bu tür kışkırtmalara pirim vermeyecek kadar sağduyulu ve bilinçlidir.
Şüphesiz bu sancılı dönemde hepimize düşen vazifeler ve sorumluluklar vardır. Bu sorumluluğun en büyüğü siyasetçilerimizle devleti yönetenlere düşmektedir. Özellikle siyasetçilerin ötekileştirici, ayrıştırıcı ve sert üsluplardan vazgeçmesi toplumun öncelikli beklentisidir.
Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş Veli’nin ve Mevlana’nın sevgi ve barış tohumlarını ektiği bu topraklarda fitne ve fesat tohumlarının yeşermeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu tehdit ve tehlikelerden ancak ve ancak hukuku, demokrasiyi üstün kılıp, kültür hazinemizin bize sunmuş olduğu sevgi ve barış pınarlarından içerek korunabilir ve yolumuza devam edebiliriz.
Ülkemizde kaos oluşturmak düşüncesiyle tertiplenen bu hain saldırıyı ve onun arkasındaki hain düşünceyi lanetlerken, Cahit Sıkı Tarancı’nın aşağıdaki mısralarında dile getirdiği bir ülkenin özlemiyle kardeşçe bu topraklarda sonsuza dek yaşamak istediğimizi bütün dünyaya bir kez daha duyurmak isteriz:
“Memleket isterim!
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun,
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun…”