Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler ikindi üzeri Erzurum yakınlarındaki Ilıca’ya vardılar. Erzurum’un önde gelenleri heyeti orada karşılıyordu. Başta kolordu komutanı Kazım Karabekir olmak üzere, Vali Münir Bey, Hoca Raif Efendi, Vilayat-ı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti üyeleri ve daha pek çok kişi onları bekliyordu.
Otomobil, Karabekir’in önünde durdu. Mustafa Kemal Paşa, uzun bir yoldan değil de kısa bir seyahatten geliyormuş gibi çevik bir şekilde otomobilden indi. Üzerinde paşa üniforması vardı. Padişah yaveri olduğunu simgeleyen kordonu dikkat çekiyordu. Ve göğsündeki altın imtiyaz madalyası parlıyordu.
Söğüt ağaçlarının gölgesinde kurulmuş çadırlarda ikram edilen kahveler içilirken, Erzurum’a doğru gelip geçmekte olan bir kafile gördüler. Yolcuların önünde ilerleyen aksakallı ve dinç bir ihtiyarın Mustafa Kemal ile konuşması tarihe geçecek cinstendi. Paşa ona sordu:
-Nereden geliyorsun böyle?
-Paşam, Çukurova’da muhacirdim. Şimdi köyüme dönerim.
- Yoksa orada geçinemedin mi?
-Hayır, paşam. Çukurova cennet gibi bir yer. 1 eken 100 biçer. Hamdolsun uşaklar da çalışkan. Geçimimiz padişahta bile yoktu. Yalnız son günlerde işittim ki, İstanbul’daki ırzı kırıklar bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, kimin malını kime veriyorlar!
Mustafa Kemal Paşa’nın gözleri yaşardı. Yanındakilere döndü, “ bu milletle neler yapılmaz “ dedi.
O yiğit Erzurumlu, Mezararkalı Mevlut Ağaydı…
Mustafa Kemal daha sonra, Erzurum ve Sivas kongrelerinin ardından Ankara’ya geçecek, orada topladığı Büyük Millet Meclisi ile milli kurtuluşa giden yolu açacaktı.
İstilacı düşmanı oyalama döneminin ardından stratejik savunma savaşlarıyla zaman kazanacak, nihayet 1922 yazında, düşmanı tepelemek üzere Büyük Taarruz emrini verecekti.
Mehmetçik Yunan Ordusu’nu perişan etmiş, canını kurtarmak için kaçmakta olan düşmanı aman vermeden takip ediyordu.
8 Eylül 1922 akşamı Yunan artçıları Kemalpaşa’dan da geri atılınca, Yunanlıların İzmir’i savunacakları tahmin edilen son mevzii de ele geçirilmiş oldu. İzmir civarında bir Yunan direnişi artık imkânsız bir hâle gelmişti. Diplomasi sahasında neler oluyordu? İzmir’deki müttefik devletler konsolosları şehri teslim etmek için harekete geçmişti. Halide Edip, karargâha vardığında Başkomutan yemek yiyordu. Kendisine teklif edilen yemeği tok olduğunu belirterek istemedi. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ona bir sütlaç uzattı: ‘Bunu ye.’
Halide Edip’in anlattığına göre, paşalar, İzmir’e girmek için yapılacak hazırlıkları konuşuyordu. Bu esnada Fransız donanmasındaki Edgard Quinet adlı gemiden bir mesaj ulaştırıldı. Yabancı konsoloslar şehri Türk ordusuna teslim edeceklerini bildiriyor ve Mustafa Kemal Paşa’dan hangi kumandanın gönderileceğini öğrenmek istiyordu. Aynı zamanda Hıristiyan halka iyi davranılması için ricaya benzer imalarda bulunuyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, yumruğuyla masaya vurarak, ‘Kimin şehrini kime veriyorlar’ diye gürledi.
Aslında yabancıların bu girişimi, Anadolu İstilası’nın sona erdiğinin ilanıydı. Başkomutan, Ankara - İstanbul telgraf hattıyla cevap yolladı:
“Telgrafınızı aldım. Temsilcilerinizi İzmir - Turgutlu-Kasaba şosesiyle gönderiniz. Bir yanlışlığa mahal kalmamak üzere otomobillerde beyaz bayrak bulundurmak yerinde olacaktır.”
Türk Orduları Başkomutanı.
Sonrasını Büyük Önder’in kendi ifadelerinden takip edelim:
“ 9 Eylül 1922’de Nif’te görüşebileceğimizi bildirmiştim. Hakikaten dediğim günde ben Nif’te bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e varmış bulunuyorlardı”
Erzurum’dan Akdeniz’e uzanan efsanevi yolculuk, bize nesiller boyu övüneceğimiz bir destan armağan etti. Selam olsun o destanı yazanlara; selam olsun, onların hatırasını yaşatanlara!