Sıcakkanlı milletizdir, içten davranmayı severiz ama ölçüyü kaçırırız. Bazen kantarın topuzu öylesine kaçar ki, yalın içtenlik yerini buram buram yağ kokan hesapçı davranışlara bırakır. Bu kez ikiyüzlülük, çıkarcılık ve katı hesapçılık ortaya çıkar. Hele de devlet yönetiminde. Yılların imbiğinden süzülüp gelen, çoğu Osmanlı döneminin vıcık vıcık rical yalakalığı ve riyakarlığı kokan hitabet örnekleri, devletin diline pelesenk olmuş ve öylesine yerleşmiştir ki, silebilene aşk olsun. Nasıl mı? İşte böyle:
GURBANAM NÖKERİNEM:
Hem İran hem de Azerbaycan Türkleri, sevdiği insana kurban olurum, hizmetkarınım anlamında. ‘gurbanam nökerinem’ der. Sevgi ve saygı ifadesidir güya. Nöker: hizmetkâr, yardımcı, kul, arkadaş anlamlara gelen Moğolca nöker ya da nökör’den geliyor. Nöker, hem Osmanlıca denen çorba lisana hem de Farsça’ya karışmış. Tarihi kaynaklar incelendiğinde, Moğol İmparatorluğu’nda maiyet muhafızlarına, han ve kabile reislerine hizmet eden ve onları efendi bellemiş bağımsız savaşçılara nöker denildiğini görüyoruz. Nökerler, hizmetine girdikleri efendilerine canlarının feda olduğuna dair yemin ederek göreve başlarlarmış. Gerçek hayatta köle statüsünde olmadıkları için, istedikleri zaman görevlerinden ayrılabiliyorken, nökerlikten ayrıldıklarında başka bir efendinin hizmetine girerlerse eski efendilerine ihanet etmiş sayılır, bu durum hoş karşılanmazmış. Hem de cezası varmış. Koşulsuz sadakat nökerliğin temel ilkesiymiş. Çocuk yaşta bir efendi kendi yaşında bir devlet görevlisine nöker olabiliyormuş. Yani bir başkasına kulluk küçük yaşta başlıyormuş. Öncelikli görevleri askerlik olan her nöker, bir subay veya kumandan adayı sayılıyormuş. Bu yüzden nökerlik kıtası askerî okul niteliğindeymiş ve yüksek rütbeli kumandanlar nökerler arasından seçiliyormuş. Nökerler, savaşta milis ordularına, bağımsız tümenlere ve ordulara komutanlık ediyorlarmış. Nökerler askerlik dışında postacılık, elçilik veya idarecilik de yapabiliyorlarmış. Bütün ihtiyaçları efendileri tarafından karşılanıyormuş.
Kurban ise Arapça bir kelime. Hepimizin bildiği gibi dinin buyruğunu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan anlamına geliyor. Biz çok severiz önüne gelene kurban olmayı.
Oysa en çok anaya yakışır bu söz; hepimizin anası demez mi, anan gurban olsun sana diye?
Çünkü bir tek ana gurban olur evladına, en ufak bir tereddüt göstermeden seve seve gönülden, yalansız ve riyasız.
EZ HULAM
Bir başka kulluk, kurbanlık payesi de ez hulam ifadesi. Kürtler, aşiret reislerine, Şıhlara, şeyhlere ve saygı duydukları insanlara, selamlaşmanın ardından ‘kölenim, emrindeyim’ anlamında ‘Ez Hulam’ ya da ‘Ez hulamatteme’ derler. Tarihi kaynaklar, Büyük Selçuklu veziri Nizamü’l Mülk ’ün kurduğu ve adına ‘Gulamhane’ denilen köle okullarından bahseder. Çok zeki olduğu bilinen Nizamü’l Mülk, Türkmen – Oğuz ikiliğini ve devlet yönetimine Fras kökenden gelen insanların yerleştiğini görüp sezerek, bir okul kurmuş ve bin kadar Türkmen çocuğunu Gulamhane’ye almıştır. Gulamhaneler, aslında köle okullarıdır. Sistemin adı ‘Gulam Sistemi’dir, yani kölelik sistemi. Araştırmacı Mehmet Altay Köymen’in bu konudaki araştırmaları şöyle;
“Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşunda önemli roller üstlenmiş olan göçebe Türklerin yerine, devletin çok önemli makamlarına İranlıların getirilmesi üzerine, siyasal açıdan mağlup duruma düşen Türkler, kültürel yönden onlara galip geldi. Türkmenler, Türklük şuurunu ve geleneksel kültürlerini hep canlı tuttular. Selçuklu, yerleşik düzene geçer geçmez, üst makamlara yabancı uyrukluları atadı. Dil ve askeri teşkilat emperyalistlerin etkisi altındaydı. Göçebe Oğuzlar (Türkmenler) küstürüldü, horlandı, aşağılandı. Nizamü’l Mülk, Türkmenleri kazanmak adı altında Gulamhane’leri kurdu, ancak bu girişim gulamaların yönetimi ele geçirmesine yol açtı. Yani Türkmen – Oğuz çekişmesi imparatorluğun sonunu hazırladı”. (Macit Gürbüz – Kürtleşen Türkler)
Gulamlar, merkezi ordunun çekirdeğini teşkil ediyordu. Daha sonra Osmanlılar da bu yöntemi kullandı. Farsçada köleye ‘Gulam’ denmektedir. Dedik ya, çok severiz birine köle ve kurban olmayı.
DEF-İ HÂCETİNİZ HAKİ PAYİNİZ
Osmanlı idare sisteminde kullanılan vıcık vıcık yağ kokan ve çıkar için söylenen ifadelerden biri de def-i hacetiniz ve haki payiniz. Yaltaklanmanın zirvesidir. Def-i hâcet; abdest bozmak, tuvalet ihtiyacını gidermek anlamına geliyor. E anlamışsınızdır ne demek istendiğini, burada açıkça ifade etmeye gerek yok. Haki payiniz ise, ayağınızı bastığınız yerin toprağı olmak demek. Ayak altında ezilmeyi çok seviyorsanız bu hitap tam size göre. Hulem olan nöker olmayı kabul edenler için zor olmasa gerek. Kim kimin pisliği olmak ister ki? Çıkarcıysanız onu da olursunuz kolaylıkla.
HİMAYELERİNDE
Bir başka yaltaklanma ifadesi de himayelerinde. Himaye; Arapça bir kelime. TDK sözlüğüne göre anlamı; koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk, gözetim anlamında. Günümüzde de sıkça kullanılan bir hitap şekli. Falanın himayelerinde düzenlenen sergi, falankesin himayelerinde yapılan kongre, toplantı, hizmet gibi devlet işleyişinde kullanılıyor. Birileri bizi himaye etmeyi seviyor, biz de himaye edilmeyi.
TENSİPLERİ İLE
Saymakla bitmez bu jargon. Bunlardan biri de tensipleri ile. Tensīp yine Arapça kökenli, anlamı yaraştırma (TDK). Bir devlet büyüğü bir iş ya da işlemi tensip ederse yani size yakıştırırsa yapabilirsiniz. Ancak bu tensip yapacağınız yaltaklanmanın derecesine bağlıdır. Ne kadar yaltaklanma o kadar tensip yani.
ZATI DEVLETLERİ
Devlet büyüklerine hitap ederken kullanılan ifadelerden biri de zatı devletleri. Yani devletin o kişinin bünyesinde kimlik bulduğu kişi, devletin sahibi. Devletin sahibinin millet olduğunu unutanların içine sindirerek kolayca söyledikleri içtenlikten uzak bir hitap şekli. Devlet kimliğini kaybetmiş de birileri mi bulmuş bilinmez. Osmanlıdan kalma bu itici söylem ne yazık ki hala dillendiriliyor, bir devlet görevlisi de çıkıp yasaklamıyor. Acaba neden?
AYAHLARAAANNN
Bir samimiyetsizlik ve yaltaklanma örneği de ayahlaraaannn. Genellikle Bayburt yöresinde kullanılan bir hitap şekli. Bu söz, çoğunlukla anaların evlatlarına ya da yakın akrabalara söylenen içtenlik ve bağlılık sözü aslında. Seni öylesine seviyor saygı duyuyorum ki, ayaklarının altına kurban olurum şeklinde kullanılıyor, ancak işin içine menfaat ve hesapçılık girdiğinde anlamından uzaklaşıyor. Eğer ikinciyi hedefleyerek bu ifadeyi kullanıyorsanız ha haki payiniz demişsiniz ha ayahlaraaan. İkisinin arasında fark var mı sizce?
Hani şu kantarın topuzu var ya?
Ah o topuz ah, o topuzu bir dengede tutabilsek var ya, kimlik ve kişilikte zirve yapacağız.