12 Eylül...

Bu gün, 12 Eylül müdahalesinin 39. Yılı.
Ardında bıraktığı izlerle ve yaralarla anılan bir müdahale.
Dönemin Başbakanı Demirel şu soruyu sordu:
“11 Eylül’de akan kan, bir gecede nasıl durdu?”

 


Evet, omurga soru buydu. Cevabı hiç alınamadı.
Sonradan anlaşıldı ki, Evren ve arkadaşları 11 Temmuz için planladıkları bu harekâtı, Demirel hükümetinin daha yeni güven oyu almış olması nedeniyle bu güne ertelemişler.
Sonraları yine anlaşıldı ki darbeyi Amerika tezgâhlamış. “Bizim çocuklar yönetimi ele geçirdi” yollu sevinç ifadeleri geliyordu Okyanus ötesinden.

 


Türkiye 12 Eylül’e gelmeden önce sağdan ve soldan beş bine yakın gencini ideolojik çatışmalarda kaybetti.
Bir sağdan, bir soldan denilerek 50 kişi idam edildi.
Hele biri var ki, acısı yüreğimizde kor gibi.
Erdal Eren'den söz ediyorum.

 


Çocuk denecek yaştaydı. Yaşı büyütülerek idam edildi.
O dönemde birçok adaletsizlikler ve hukuk ihlalleri yaşandı.
12 Eylül yöneticilerinin övülebilecek tek yönleri dürüstlükleri idi.

 


Parasal konularda çok dürüsttüler. Evren, makam odasındaki kalitesiz kül tablalarından utanıyormuş. Genel Sekreteri Orgeneral Sedat Güneral ise harcama konusunda çok hassas.
İlgili daire başkanını çağırmış, paşaya hissettirmeden kül tablalarının daha iyileriyle değiştirilmesini istemiş.
Paşa’dan habersiz adım atmaya kimse cesaret edemezdi.
Paşa’ya Evren’in bu yöndeki ricası aktarıldı.
Mevcutlardan biraz daha üstün kül tablaları satın alınmıştı.
Evren’e götürüldüğünde “Bunları paşa aldırmış belli” diyerek sesini çıkarmadı.

 


Sonra Gerkonsan’da bir sabah.
O dönem Bolulu Bakan Kâzım Oksay’ın danışmanıyım.
Gerede’deki Gerkonsan tesislerini incelemeye gelmişti Evren ve arkadaşları.

 


Sabahleyin kasa önünde bir kuyruk gördüm.
Kuyruktakilerin biri Evren’in doktoru,benim hemşehrim ve arkadaşım Kardiyolog Prof. Hilmi Özkutlu idi.


“Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda, para ödemek için sırada oduğunu söyledi.


“Ama valilik bunları ödüyor, siz neden bir daha ödeme yapıyorsunuz?”


“Harcırahtan ödemek zorundayız. Cumhurbaşkanı ve arkadaşları da öyle yapıyor, biz de. gittiğimiz yerlerde bu paraları ödeyip makbuzunu almak zorundayız. Aksi halde kıyamet kopar.”
12 Eylül’de ben de devlet görevindeydim.
Kültür Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri.
Bakanlığı o sabah rütbeli üç askere teslim eden heyetin içindeydim.

 


Takip eden günlerde askerler kendi kadrolarını oluşturdular.
Bakanlık Müsteşarlığına bir Korgenerali, Müsteşar Yardımcılığına Tuğgenerali, Genel Sekreterliğe de bir albayı getirdiler.
Müsteşar, yetenekli ve görevin hakkını veren bir insandı, ona saygı duydum.

 


Diğerleri görevlerime müdahale ettikleri için onlarla hep kavga ettim.
Müsteşar çağırdı.
“Arkadaşlarımızla neden kavga ediyorsun?”
“Görevime müdahale ediyorlar, üzerimde baskı kurmaya çalışıyorlar. Görevim icabı talimatları sadece sayın Bakandan alırım. Onlardan talimat almadığım için geçinemedik.”
“O zaman seni açığa alıyorum. Gidebilirsin.”

 


İki ay bakanlık koridorlarında avare kasnak gibi dolaştım. Sonra sayın Bakan çağırdı.
“Bunlarla niye çekişiyorsun?”
Durumu anlattım, hak verir gibi oldu.
Sonra dedi ki: “Senden çok memnunum. Ancak, sorun oluşturdun. Müsteşarımı mı feda edeyim, seni mi?”
“Beni feda edin” dedimse de, bir başka yöneticiyi devreye sokarak bizi barıştırdı, öylece göreve devam ettim.
Çekişmeler tabii ki hız kesmiyordu.

 


Şunu şükranla kaydetmeliyim ki; bu kadar işe rağmen o günün yönetiminde maddi bir mağduriyet yaşamadım. Her şeye rağmen görevde tutuldum.

 


Ama, yine de 12 Eylül’ü, bıraktığı izlerden ve kanattığı yaralardan dolayı kınamaya devam ediyorum.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.